11 Eylül 2016 Pazar

Kamp/ Çanakkale- Gökçeada 28-30 Ağustos 2016

İstanbul’a yakın tatil yerleri denildiği zaman ilk akla gelen yerlerdendir yeşili bol, suyu tertemiz Çanakkale. Çanakkale’mizin bakir ve doğası ile şehrin kalabalığını unutturan Gökçeada’ya da aynı kafa ile ilk kez 2015 yılı Haziran ayında geldik ve kendimizi inanılmaz iyi hissettiğimiz bir ada olarak anılarımızın baş köşesinde yerini aldı.

Gökçeada doğa seven, hayvan seven, sükunet seven, trekking seven insanların uğrak yeri, bana kalırsa pazarlamasını Bozcaada gibi yapmamış/yapamamış iyi ki de öyle olmuş. Mekanlarında kuyruk olmayan, kalabalığı yormayan, deniz altı zenginliği ile insanı ayrıca kendine hayran bırakan bir coğrafya. 

Son iki yılda Hem Bozcaada hem Gökçeada’ya giden biri olarak ikisinin çok farklı hissiyatlar uyandırdığını söyleyebilirim. Gökçeada da Bozcaada kadar renkli fotoğraf kareleri olmasa da(duvar boyamaları, batık gemisi vs) gözünüze hitap eden doğası kadar cebinize hitap eden fiyatları da kendisini ayrıca sevme sebebiniz olacaktır.

Adaya dair söyleyebileceğim nadir kötü şeylerden biri; İstanbul’dan gelenler özellikle hafta sonu ya da sezonda gelecekseniz maalesef feribot sırasını göze alın ve emin olun ki yakalayacağınızı düşündüğünüz değil bir sonraki feribota ancak binebileceksiniz. Elbette bu durum motoru tercih edecek olanlar için geçerli değil. Feribot iki saatte bir kalkıyor ama özellikle gidiş yolunda beklediğiniz yer Kabatepe Orman Kampı’nın dibi hem görseli çok güzel hem de doğası, bu nedenle feribotu beklerken sinirlenmeyin, bu vakti de değerlendirmeye alıp kendinizi eğlendirmeye bakın benden söylemesi:) Aynı zamanda Yandex Haritalara uyarsanız farklı Google Haritalara uyarsanız farklı bir yoldan götürüyor biz Google Haritaları tercih ettik ve Evreşe’nin içinden geçtik, böylelikle 40 km kestirme bir yoldan gelmiş olduk hem de çok güzel bir kasabayı tanımış görmüş olduk. 

Özellikle Evreşe ile Tekirdağ arasındaki yol bozuksa da yine görseli mükemmel. Resmen aşık oldum otların dansına, keçisine, çesmesine. Bir de Evreşe Çarşı’da Has-et diye bir yer var ki sormayın, tam bir aile işletmesi aynı zamanda Tekirdağ’daki köfteciler halt etmiş yanında, işletmeci teyzem oğlunu, eşini almış hem bir mekan yapmış hem işinin başında gülümseyen yüzüyle insanı sıcacık karşılıyor. İki ayran, bir salata, bir porsiyon satır et, bir porsiyon kaşarlı köfteye 32 TL ödedik bu anlamda ayrıca şaşırdım merkezdeki fiyatları bildiğim için. Burada yemek yerken çevremizde dolaşan köpeklerin bakımlı olması ve esnaf tarafından sevilmesi bizi ayrıca inanılmaz mutlu etti.


Evreşe Yolları




Gelelim Gökçeada’da konaklamaya; bizim her iki konaklamamız da çadırda oldu, İlkinde yani 2015 yılında Yıldız Koy Arkadia’da kalmıştık, bu kez ise Gizli Liman’da konakladık. Yıldızkoy’da kendi çadırımızı götürmemize rağmen iki kişi kahvaltı dahil 75 TL ödemiştik tesise, Gizli Liman’da çam ağaçlarının altına kendimiz çadır attık kamp için herhangi bir tesis yoktu ve kimseye herhangi bir ücret ödemedik. Kahvaltımızı da inanılmaz güzel bir manzarada kendi ellerimizle hazırladık:p

Kısaca Yıldızkoy’dan bahsedip Gökçeada ve bu yıl ki çadır maceramızı aktarmaya devam edeceğim.

Yıldızkoy açıkçası sosyal medyada aşırı derecede yankı uyandırdığı ve kendisinden fazlasıyla iyi bahsedildiği için tercih ettiğimiz bir yer olmuştu. Üç hemcinsim işletmecisi vardı ve biri hariç aşırı iticiydiler. Yani burunlarından kıl aldırdıkları yoktu ayrıca sanki bize ev kapılarını açmak mükemmel bir lütufmuş gibi bir tavırları vardı. Kahvaltıya diyeceğimiz yoktu, az ve öz aynı zamanda sağlıklı bir kahvaltı sunumları ve içerikleri olduğu kesin. Aslında ortamı salaş, rahat ve bahçesinde otururken müziğinizi dinleyip doğayla baş başa kalacağınız bir konumu var. Haziran ikinci haftasında gitmemize rağmen suyun soğuk olmasından mütevellit ne biz denize girdik ne de başka kimsenin girdiğini gördük bu nedenle deniz hakkında kendi yorumumu yapmam yanlış olur ancak internette su altı açısından süpersonik bir dünya olduğu yazıyor. Ki su altı milli parkı olarak reklam ve pazarlaması yapılıyor. Bizi bu işletmede aşırı derecede geren ise çadırımızı güneşin altına konumlandırmaları yetmiyormuş gibi bir de gece saat 4’e kadar hiç susmayan müzik performansları. Dolayısıyla Yıldızkoy Arkadia’da kaldığımız iki gece boyunca biz hiç uyumadık. Dahası gece 2 gibi bu müzik susar mı dediğimizde ergen bir oğlanın ‘Burası böyle, insanlar eğleniyor’ gibi bir yanıt vermesi tuzla biberi oldu. Sanki club’ın ortasına çadır atmıştık da orası kamp alanı değil gece klubü olduğu için hatalı olan bizmişiz gibi karşılandı tepkimiz. Kedi, köpekleri vardı ve gerçekten onlara karşı öyle iyi tavırları vardı ki konukları olarak hayvanlara imrendim. Nitekim her ne kadar ortam ve koy güzelse de işletmecilerinden biz haz etmedik. Tam tersi düşünen onlarca insan olabilir ancak gerçek anlamda kamp ve sessizlik yapmak için gidenlerin mutlu olabileceğini sanmıyorum. Belki yaşımız 20 lerin başında olsaydı ya da hareket arıyor olsaydık daha farklı hislerle dönerdik kim bilir.

2016 yılı Ağustos sonunda konakladığımız Gizli Liman ise Uğurlu’dan hemen sonra ve 4-5 tane küçücük işletmelerin olduğu bir yer. İşletme dediysem büyük bir yer canlandırmayın gözünüzde su, çay, limonata içebileceğiniz, patates kızartması, kahvaltı gibi çoğunluğu aperatifler içeren küçücük menüleri olan yerler. Ama bu yerlerin güzelliği bu bakir koyda duş, soyunma kabini ve tuvalet ihtiyaçlarınıza cevap veriyor olması. Uğurlu’ya 5 km olan bu koyda ekmek dahi satılmıyor ve kamp dışında konaklama seçeneğini de bulunmuyor. Bizim gözlemlediğimiz kadarıyla Uğurlu’da pansiyonlarda konaklayanlar ya da apart kiralayanlar bu koya yüzmeye geliyor ancak diğer koylar kadar kalabalık değil. Bunun önemli bi sebebinin ada merkezine 25 km uzaklıkta olması olduğunu düşündük biz, elbette bir de konaklama seçeneğinin kamptan ibaret olması olabilir.

Kamp kurmak istemez iseniz özellikle çocuklu aileler için Son Vapur’u şiddetle tavsiye ederim, ortamı ve işletenleri ile adeta şirinler köyü havası hakim. Bunun dışında Uğurlu pansiyon ya da apartları fiyat olarak sizi sevindirir diye düşünüyorum çünkü çarşıda herhangi birine sorsanız en kötü ihtimalle evinin bir odasını size çok makul bir ücrete kiralayacaktır.

Kamp kuracak olanlar için en büyük artısı çamlıkların altında serin mi serin bir konaklama şansı tanıyor olması diye düşünüyorum. Diğer sahillerin pek fazla yeşil alanı olmadığı için güneşten kavrulurken burada sabaha karşı üşüyebilirsiniz bile. 




Gizli Liman’ın bir başka özelliği Türkiye’nin en batı ucu olması; dolayısıyla koyun sonundaki kayalıklara tırmanızsanız çok güzel bir gün batımına tanıklık edebilirsiniz. Yanımızda sucuklarımızı ve içeceklerimizi götürüp kayalıkların ortasında ateş yakarak bir ilke imza atmış olabiliriz; bu teçhizatla gitmeyi akıl ettiğimiz için kendimizi gün sonunda tebrik ettiğimizi de söylemeden edemeyeceğim. Yanımızdaki insanların imrenen bakışlarından sonra şortumun ortadan ikiye ayrılması gibi bir hüsranımız da olmadı değil ama nazar çıktı dedik ve moral bozmadık orası ayrı. Sözün özü kesinlikle yanınıza yiyecek içecek alıp bir saate kadar oturun derim yani hop gidelim iki fotoğraf çekelim geri dönelim diyorsanız hiç zahmet etmeyin çünkü yolu sizi yorar:)


                                                                           Gün Batımı



Gizli Liman’ın denizi biraz soğuk ve çakıl ama yine deniz altı muhteşem görüntülere ev sahipliği yapıyor. Bizim öyle yeteneklerimiz yoksa da yanıbaşımızda sadece 5-6 metre kadar ileride dalıp ahtapot çıkaran bir çok insan gördük ve takdir ettik doğrusu. Dolayısıyla balık tutmak gibi hobileriniz varsa özellikle günü batıcağınız alan olan kayalıklardan sizi mutlu edecek sonuçlar alacağınıza emin olabilirsiniz.

Gökçeada’yı her iki gezdiğimizde de ayrı ayrı mekanları tercih ettik ve bu mekanları/ deneyimleri elbette yazacağım. Ancak en genel anlamıyla şunu söyleyebilirim ki mutfağı sizi asla üzmeyecek. Balıkları, aslında deniz ürünlerinin tamamı, süt ve süt ürünleri, tatlıları, dondurması, kahveleri, reçelleri bizim gibi boğazına düşkün insanlarsanız size adaya tekrar ve tekrar gitmek için en temel sebepler olacaklardır. 

Ada aynı zamanda rüzgarı ile meşhur bu nedenle özellikle Aydıncık ( Kefaloz) surf merkezi ve hatta gittiğimiz hafta etkinlikler vardı. Bu arada Aydıncık ( Kefaloz) plajı oldukça büyük ve yine suyu tertemiz çakıl ancak Gizli Liman’a nazaran biraz daha kalabalık. Laz Koyu ve Yıldızkoy; Gizli Liman ve Aydıncık plajlarına nazaran daha küçükse de sularının temizliği sizi üzmeyecektir diye düşünüyorum.

Doğa ve trekking severseniz adanın en güzel yanlarından birinin ise trekking için ideal olması. Hatta bulduğum bir sitede yürüyüş rotaları, km olarak ve zorluk dereceleri olarak öyle güzel anlatılmış ki mutlaka bakın derim. (http://visitgokceada.com/tr/aktiviteler/trekking-hiking-01/) Biz bu rotalardan İsa Tepesi ve Şelaleyi tercih ettik çünkü konakladığımız alanlara yakınlardı. İsa Tepesi’ne çıkarken bir kaç dam gördük ve köylülerle sohbet ettik. Sabah kahvaltıdan önce çıktığımız için keçi sağmaya giden köylülerle karşılaşmış olduk ve onlardan yol konusunda yardım aldık. İyi bir spor ayakkabısının şart olduğu bu rotada sorun ise bol miktarda geven otu olması ve bu otların bacaklarınızı çizmesi. Biraz yokuşlu ve kayalık bir tepe, sonunda ise Uğurlu Limanı’nın manzarası var. Yanımızda köpeğimizin olması ve şort giymiş olmamız bizi üzse de yine de keyif aldık bu rotadan ama düz yol severseniz tercih etmeyin derim. İkinci rota olan Marmaros Şelalesi yolu ise önce 5 km araçla da gidilebilen toprak bir yol, sonrasında ise 3 km ye yakın sadece yürüyebileceğiz bir yoldan oluşan 8 km ye yakın bir parkur. Bana kalırsa bu 5 km yolu araba ile almak daha mantıklı çünkü yürüyüş için çok keyif vereceğini düşünmüyorum, sıklıkla araçlar geçiyor ve aşırı derecede toz oluyor dolayısıyla rahatsız olabilirsiniz. İlk 5 km için bisiklet ayrı bir tercih olabilir ki biz bisikletli gruplar da gördük ancak bu kez de 5 km lik yoldan sonra alacağınız yolda bisiklet süremeyecek olmanız dolayısıyla bir yere bırakmak zorunda kalıyorsunuz. Gerek 5 km yolda gerekse devamındaki yolda şelaleyi bulamayan, geri dönen, ısrarla arayan onlarca insan gördük. Bittabi biz de son 500 metre kala yolun iyice zorlaşması, havanın kararıyor olması, oldukça büyük bir yılan ve parçalanmış keçi görmüş olmamız gibi sebeplerle maalesef şelaleyi göremeden geri döndük. Oldukça eğlendik, yılan bizi biraz germiş olsa da şelalenin akıntısından dolayı birikmiş suyun kenarında sosisimizi kızartıp yemeyi de ihmal etmedik tabii.



Bu arada adayı gezerken aşık olduğum köy eminim bir çok kişinin de gönlünü kazanan Zeytinliköy oldu. Her iki gidişimizde de uğradık bu eski Rum Köyü’ne. Çamaşırhaneleri, tatlı mı tatlı kedileri, hayvansever ve aşırı derecede kibar işletmecilerinin yanı sıra sokak aralarından çıkan bakımlı ve çiçek gibi parfüm kokan yaşlı teyzeleri beni benden aldı. Zaten başı sonu küçücük olan bu köyde sokakların darlığı nedeniyle aracınızı köyün otoparkına ücretsiz park edebilirsiniz. Şarap severseniz yine köyde ev yapımı şarapların çok başarılı olduğunu söyleyemeden edemeyeceğim. Merkezinde bir iki işletme var ki yunan ezgilerini sokaklara yayan ve sizi sizden alan bir atmosfer sunan zaten köye girer girmez aşık oluyorsunuz. Size tavsiyem biraz vakit ayırın ve arka sokaklara, köyün üstüne doğru da yürüyün. Her sokak her ev size farklı bir hikaye sunacaktır. İkinci gidişimizde gün batımına çok az kalmıştı ve akşam yemeğine hazırlanan teyzelerin yaptığı yemek kokuları sokakları sarmıştı, minik bahçeli mavi kapılı bir evin yine o küçücük bahçesinde asılı duran çamaşırların hafif rüzgarda dans ediyor oluşunu izlerken kapı açıldı ve 2-3 yaşlarında sarı saçları göz parlatan bir küçük kız ile babası evden çıktı, o küçük kızın bize bakarken ki çoşkusu bile o anı durdurup masallar diyarına ışınlanmak için yeterli bir sebepti sanki.

Gökçeada Baraj Gölü yine gezerken bir kaç fotoğraf alabileceğiniz güzel bir yer. Bir ağacın gölgesinde oturup bir kahve de içebilirsiniz tabii.

Ada’dan ayrılmadan önce alışveriş için kesinlikle uğramanız gereken yer ise hemen çarşıdaki Ada Rüzgarı ; süt reçeli, sakız reçeli, domates reçeli bizim favorilerimiz ve tabii çeşit çeşit türk kahveleri. Fiyatları normal ve güler yüzlü hizmetleri var adada toplamda 1450 tane keçileri olduğunu söylediklerinde kendilerine duyduğumuz saygı bi kat daha arttı :) 

Gelelim Uğrama Fırsatı yakaladığım mekanlara:

Cafe Garaj : Zeytinliköy'de arka bahçesi süper, mekan çalışanları ultra süper bir yer, tatlılarına ya da kahvesine de diyecek yok elbet ancak işletme sahipleri kapıdan girer girmez köpeğimize su açınca ( hem de paket su) zaten otomatik olarak bağladı kendine. Bir de hem 2015 hem de 2016 yılında gidip her iki yılda da aynı olayı farklı kişilerle yaşayınca anladık ki yerin temel felsefesi olmuş bu durum ve bu bizi daha da mutlu etti. Uğramadan geçmeyin derim.

İmroz Poseidon: Ege'de oturduğum en güzel yerlerde ilk üçte diyebilirim; mezeleri, balıkları, gün batımı atmosferi, personelinin güler yüzü ile eğer adaya gidiyorsanız bir akşam paranıza kıyın ve uğrayın derim. Alkol alırsanız, ortaya üç meze, balık vs doya doya yediğinizde ortalama 150 TL hesap ödersiniz ama kuruşu kuruşuna değer. Bu arada mekan Kaleköy'de.

Son Vapur Konukevi: Yine Kaleköy'de kahvaltısı ya da şerbetlerinden tadabileceğiniz bir aile işletmesi, görseli ve atmosferi süper. Aynı zamanda tam kitap okumalık benden söylemesi.

Efi Badem: Türkiye'de yediğim en iyi dondurmaların sahibi. Badem kurabiyesi elbette en meşhuru ama ben dondurması için gittim her iki defasında da. 

Madam Evstratia- Cicirya: Zeytinliköy'de akşam üstü gidip eski radyosundan haber dinlerken garsonunun kibarlığı, ortamın doğallığı ile kendinizden geçebilirsiniz. Cicirya'da içi lor peynirden olan hamuru kalın fırında pişen ve ortalama 30 dakika beklemek durumunda olduğunuz çayla süper giden bir tür yiyecek. Pizzanın ev halini ve kalın hamurlusunu düşünün ama fırında uzun süren pişim tekniği dolayısıyla çok lezzetli.

Nusretbey Şarapları: Aşırı asık suratlı bir satıcının olduğu gereksiz bir yer gün batımı için şarap alacaksanız bana kalırsa adadaki süper marketleri ya da Zeytinliköy'deki ev yapımı şarapları deneyin:)

Başka bir seyahat plan ve paylaşımında bulunana dek sağlıkla kalın.


























5 Temmuz 2016 Salı

1. Gün ( Sapanca - Düzce- Amasra ) / 19- 22 Mayıs 2016


Gezmeyi hiç aklından çıkarmayan tüm herkes gibi bir yıl öncesinden başlıyorum artık resmi tatillere bakmaya. Malum ülkemizin iş saatleri ömrün tamamını hedef aldığından hafta sonu da İstanbul'da yaşayan biri en fazla Kocaeline kadar yol alabildiğinden resmi tatilleri değerlendirmek lazım.

Bu konuda 2016 yılı kadar cömert bir yılı bir daha bulmak uzun süre mümkün olmayabilir. Tam da bu yüzden bu yıl elimizden geldiğince erkenden yapmaya başladık programları.  19 Mayıs, 20 Mayıs ile birleşip 3 gece 4 günlük süper bir tatile gebe olabilirdi tam da bu yüzden 19 Mayıs sabahı erkenden koyulduk yola.

1. Gün ( Sapanca - Düzce- Amasra )

Yola geceden ya da sabahın ilk ışıkları çıkmak en büyük arzumuzsa da yorgunluktan dolayı sabah 8'i buldu çıkmamız. Olsundu bir kaç saat için canımızı sıkacak değildik ya. Güzergahda kahvaltı için nerede durmalı diye bakındığımızda Sapanca en güzel seçenekti. Zaten kamp kurmayı hedeflemişiz, yanımızda masamız, sandalyelerimiz, yiyecek, içecek herşeyimiz tamamdı. Sapancayı klasik İstanbulluların aksine çok bilmiyor oluşumuzun nedeni Avrupa yakasında oluşumuz sanırım, özellikle Silivri, Çatalca, Büyükçekmece gibi seçenekler varken çok uzak geliyor bize, bu nedenle hemen internetten araştırma yapmaya başladım ve Uzunkum'da karar kıldım.

Uzunkum belediyenin tesisinin olduğu minicik ve tertemiz bir alandı. Uzun bir koşu ve bisiklet parkuru , bir de ücretsiz masa sandalyelerin olduğu bir alanı vardı, küçük bir büfe, bir de tuvaletler. Sapanca gölü boyunca en sessiz sakin yerdir belki de ya da bize öyle geldi bilmiyorum. Göl kenarında fazlasıyla kahvaltı mekanları var ve tıklık tıklım ama onların aksine sessiz sedasız burası. Biraz uzak gibi çarşısına belki ondandır kim bilir. Göle nazır bu yerde mis gibi bir kahvaltı yaptık biraz dinlendik ve sonrasında koyulduk yola.

Düzce'nin bu güzergahda ne işi var diyenler: küçük kardeşim Düzce'de okuyor (du) :) Okul bitti biz her yere gittik bir bu şehre gidemedik. Bir zamanlar Akçakoca'yı çok güzel gezmişsek de Düzce merkez bizden sonra üniversiteye sahip olmuş dolayısıyla kendisine birşeyler katmıştır dedik ve yolumuzun üstündeki bu ilimize de uğramayı ihmal etmedik. Vaktin kısıtlı ve planların fazlalığı nedeniyle bir kaç saat geçirdiğimiz, mekan olarak ise Gani Gastro Cafe'de oturduğumuz bu ilin çevresi nasıldır bilemesek de merkezinin aşırı tırt olduğunu söylemek mümkün. Gereksiz yere vakit harcamayın ve hiç uğramayın desek yeridir zira. Gürültüden başka bir şey olmayan Gani Castro Cafe ise neden çılgınlar gibi kalabalıktı onu anlamakta ayrı bir güçlük çektik tabii.

Düzcenin ardından akşam üstü Amasra'ya vardık. 19 Mayıs tatili sebebiyle yoğun olan Amasra'ya karşı daha girer girmez bir sempatimiz olmadı değil. Arabamızı sahile park ettik ve hemen başladık gezmeye çevreyi. Avuç içi kadar bir yer olmakla birlikte bir gecelik konaklamanın Amasra'nın merkezini gezmek için yeterli olduğunu düşünmedik değil. Balıkçıları, doğası, yeşili, kendine has esintisi ile sevdik bu beldeyi doğrusu ama keşke daha az kalabalık olsaydı ki yaz geldiğinde hiç çekilmeyeceğine dair izlenimlerimiz olmadı değil.

Amasra'da gezilecek yerler:
Amasra Kalesi, Çekiciler Çarşısı, Ağlayan Ağaç, Fener, Kemere Köprüsü, Tavşan Adası,Barış Akarsu Parkı, Çakraz Plajı, İnkumu, Amasra Müzesi, Kuş Kayası Anıtı, Cenova Şatosu, Büyük ve Küçük Liman ve Gürcüoluk Mağarası.

Bir gece kalarak tüm bu yerler nasıl gezilir derseniz zaten bir çoğu yan yana ve yürüme mesafesinde. Limanlar balıkçılarla dolmuş taşmış kıyı kıyı tekne turları oluyor bize biraz fazla şatafatlı geldi. Balıkçıların bazıları aşırı salaş bazıları ise fiyatlara aşırı abanmış. Örneğin Mustafa Amca'nın yeri; kazara bayram, resmi tatil, hafta sonu gelmişseniz asla doğru düzgün bir hizmet alamaz ve insani bir ücret ödemezsiniz. Biz Çekiciler çarşısını gezerken bir teyze şuan balık sezonu değil zaten kimse taze balık satmıyor oturun bir balık ekmekçiye dedi biz de öyle yaptık. Carlos'ta balık ekmek yedik. Ama siz daha şık bir yemek isterseniz limana yakın Çeşmi Cihan Restaurant ya da Sahil Balık Restaurant veya Mustafa Amca'nın Yeri'ne uğrayabilirsiniz elbette. Araba parkı biraz zor olduğundan limana park edip yürümenizi tavsiye ederim.

Kale, ağaç, köprü, çarşı adım adım birbirine çıkan yollar, ağaç işin esprisiymiş zaten ağladığı falan yokmuş :) Lakin manzarası güzel, akşam üstü çıkarsanız yanınıza sandalye ve şarap alabilir, gün batımını izleyebilirsiniz pekala. Tavşan adasını dürbün ile izleyebilir, ağacın gölgesinde çay içebilirsiniz.

Çekiciler çarşının bize çok çekici geldiğini söyleyemeyeceğim; zaten uzun zamandır türkiyedeki çarşılara gıcığım, reçel alırım marketten alınma çıkar, salça alırım bozuk çıkar, yemeni alırım bizim pazarda beşte bir fiyatına satılır. Diyeceksiniz ki halk para kazansın; evet kazansın ama üretmeyi de bilsin öyle değil mi? Tahtakale'de aynı ürünler, Safranbolu'da aynı, Odunpazarı'nda aynı, Çekiciler de aynı, hep aynı çin malı ürünler, zaten biblodur hediyelik eşyadır vazgeçtik onlardan ama bari yiyecekler biraz özenli olsun. Bu konuda Safranbolu'nun Çekiciler yani Amasra'dan daha önde olduğunu söyleyebilirim daha temiz ve düzenli bir çarşısı var. Eğer iki yere de uğrayacaksanız alışverişinizi Safranbolu'dan yapın Çekiciler'den bir şey almayın derim ben naçizane:)

Barış Akarsu Parkı ve küçük liman maalesef oldukça pisti, manzarası güzelse de bakımsızlığı üzdü, bir kaç kare fotoğraf almak dışında bir eylem gerçekleştiremedik maalesef. Bu arada denizden ne çıksa yiyen bir çift olarak son zamanlarda balık sevmeyen azımsanamayacak sayıda arkadaşımız olduğunu fark ettik. Bu nedenle yeri gelmişken söyleyeyim eğer balık sevmiyorsanız büyük liman ile küçük liman arasındaki yerlerde bol miktarda lahmacun, adana, urfa, dönerciler var. Ve hatta balıkçılardan daha da kalabalıktı.

Bu yerleri gezip gördükten sonra çadırımızla nerede konaklarız sorusunun yanıtını yine çarşıda bir ağabeyden aldık hem yakın hem sakin 'ÇAKRAZ PLAJI'


Gerçekten de yakındı 8-10 km arası bir mesafede, iki dağın arasında avuç içi kadar küçük olan bu koy Amasra'nın aksine aşırı sessiz geldi bize, pansiyonların kenarında rakı balık yapan bir kaç konuk dışında kimsecikler yoktu. Sahile yanaştık, gözümüze kestirdiğimiz bir yere başladık kurmaya çadırımızı meraklı bakışlar arasında. Bir kaç amca gelip selam verdi, meraklarını giderecek temel sorular yöneltti nereden gelmiştik, ne kadar kalacaktık vs vs. Bir pansiyon sahibi kapısının önündeki suyundan dilediğimizce yararlanabileceğimizi söyleyip ayrıldı yanımızdan. Saat ilerledikçe herkes odasına çekildi biz de gaz lambamızı yakıp müzikler dinledik, sohbet ettik, bir zaman sonra çadırımıza çekildik.

Gece zorluydu, denize çok yakındık ve çok dalga vardı dolayısıyla da ses. Evet deniz ve dalga sesi dinlendirirdi ama bu kulakları sağır eden bir sesti ve dahası çok soğuktu. Sorun etmedik, bunları tahmin etmiştik, kampı ya da çadırı eğlenceli kılan da buydu. Çok güzel ve farklı bir gece geçirdik. Rahatsız olduğumuz tek ses sonradan sebebini anlasak da o an elimizden birşey gelmediği için üzülmekle kaldığımız bir köpek yavrusunun çığlıklarla karışık havlamasıydı.

Sorun şu ki hem bizim kıza kızmıştı kendi alanına geldi diye hem de aç ve susuzdu. Geç kalmadan yanına gidip mama ve su verdik ama bizim kızdan kaynaklanan gerginliği devam etti ve hiç susmadı. Rahatsız olduğumuz sesi ya da çığlığı değildi elbette ona verdiğimiz olası huzursuzluktu. Ayrılırken kendisinden bolca af diledik.

Kamp günlükleri adını verdiğim karalamalara çadırımızın içindeki minik ışığın altında başladım. Macera yeni başlamıştı :)

7 Mayıs 2016 Cumartesi

İbis Otel / Eskişehir- Türkiye (22-24 Nisan 2016)



Bu sene leyleği havada gördük evet. Ne var yani, gezmek eğlenmek gerek ve şimdi değil de ne zaman? Bastonlarla gezecek niyette değilsek haydi harekete geçelim o zaman. Borç bitsin de, yıllık izin gelsin de, çocuk büyüsün de, kış bitsin de... Bitmeezzzz... Ben evcimenim falan demeyin sakın keza ne demiş Romanlar 'evde oturan erken ölür' a dostlar.

Gelelim konu başlığımıza; Eskişehir, Ankara'da okumama rağmen bir türlü gidemediğim nedense rotama alamadığım bir yerdi. Bir gün bir çift dost çıkageldi 23 Nisan'da beraber yola koyulsak ya dedi. Bizim de canımıza minnetti zaten yola çıktık gitti.

                                                   
                                                           YOLCULUK HAKKINDA

Avcılar'dan Cuma öğleden sonra düştük yola maalesef İstanbul'dan çıkmamız 4 saat sürdüğünden toplamda 357 km olan yolu 8 saatte aldık. Neyseki sohbet muhabbet güzeldi de çok fark ettirmedi :) Son yıllarda hızlı tren seçeneğini değerlendiren çokça kişi var ise de yanımızda bir yaşında bir bebek bir de içi içine sığmayan bir köpek olduğu için maliyetten de kısmak adına iki çift, iki bebek bir araba çıktık yola. Mola yerimizi Pamukova'dan yana kullandık. Yerli bir kasap olan Gülsoy zamanla tanınmış ve sevilmiş sonrasında da Gülsoy Et Lokantasını açıvermiş. Küçücük bir beldenin koca mekanı anne köftesi yapıyor adeta. Yemekler hem lezzetli hem güven veriyor hem de fiyatlar fazlası ile makul. Bir de uzaklardan geldiğimizi duyan işletmecilerin yardımsever aynı zamanda ilgili tavırları bizden 10 üzerinden 10 alıyor. Mekanın sosyal medya yorumları için tık tık


                                                                    KONAKLAMA

Yine elim Air Bnb'ye gitmedi değil bir kaç yer bulup dayanamayıp birine mesaj da attım aslında. Ama profilim de ve yorumlarımda köpek gördükleri ve maalesef teklif bile etmeyin dedikleri an onlara yine yeniden nolur nolur moduna girmek istemedim. Ben de booking üzerinden kampanyaları takip ettim ve bir akşam İbis Otel'in oldukça makul olan ( 2 kişi 2 gece kahvaltı hariç 268 TL) ücreti karşısında dayanamayıp rezervasyon yapıverdim. Elbette filtrelerde evcil hayvan kabul etmesinin etkisi ile böyle hızlı bir karar alabildik. Otel hem bir bebeğin konaklaması için uygun olması, hem de bir evcil hayvan kabul etmesi, rezervasyon öncesi arama yaptığımda telefondaki ilgi ve alakası, gittiğimiz zaman resepsiyondaki görevlinin bizi karşılaması ve temizliği ile bu fiyat için gerçekten çok ama çok iyiydi. Bizden çok arkadaşlarımız beğendi, bu duruma ekstra sevindik elbette çünkü bebeklerin konaklaması için hijyen fazlası ile önemliydi ve gitmeden çekincelerimiz olmadı değil. Otelin tek olumsuz yanı şehir merkezinde olması dolayısıyla gece çok gürültülü olmasıydı ama öyle çok yorulduk ki en fazla 10 dakika bu durumdan rahatsız olduk sonrasında ise sabaha kadar başka bir ses duyamadık :) Elbette bu durum kendi için de bir de olumlu bir yön barındırıyor o da her yerin aşırı yakın olması. Evet biz de araba vardı ancak yine de her yere çok yakın olmak, yürüyerek sokakları gezmek çok daha keyifliydi. Kahvaltıyı otelde yapmayı tercih etmedik, İyi ki de öyle yapmışız. Otelde kişi başı 22 TL idi, biz de aynı fiyata Eskişehir'de sekiz kişi doyulabileceğine tanıklık edince kendimizi dışarı attık.


ESKİŞEHİR HAKKINDA

Benim 'hakkında' kısmım öyle uzun uzun tarih ya da yüz ölçümü, nüfus bilgisi barındırmıyor içinde. Bu bilgileri zaten google'e yazar yazmaz bulabiliyoruz malum. Bu nedenle şehir ya da mekanların hakkında kısmında naçizane dışarıdan bakan bir göz olarak bir bakışta ne gördüğümün özetidir aslında. 

Gelelim Eskişehir'e : en klişe hali ile öğrenci şehri :) Bunun yanı sıra çoğu Avrupa şehrinden bir şeyler kapmış evet, parkı, bahçesi, mekanları, hemen hemen her yerin yürüme mesafesinde olması, nüfusun şehrin namının artış hızı ile beraber hızla artması ve genellikle genç olması nedeniyle de canlı bir şehir. Yeni ve daha lüks mekanlar açılıyor gibi, artık öğrenci şehri olmasının bir tık üstüne çıkmak ister gibi bir hali de yok değil. Gecesi çok renkli ve gürültülü, pek tabii İstanbul'a nazaran hem çok ucuz hem de çok daha güvenli. Gündüzü ise aylaklık yapılabilecek yerler içeriyor Porsuk çayı kenarı gibi ( adalar diyorlar malum), içinde olimpik havuzu olan Kent Park gibi ya da aşırı büyük alana yayılmış olan Sazova gibi. Sonra bir de herkesin söylediği gibi ucuz olan müzeleri. Yaşanacak şehir mi bilemem, dışarıdan bir göz olarak kolay gibi, tramvay her yere gidiyor, merkezi hareket barındırıyor ama neticede gidilecek yerler çok fazla da değil dolayısıyla konu yerleşme olunca iş ortama bakıyor. Yani kimi kimsesi olmayana sanki biraz 'Eee sonra' tadı verebilir tez zamanda. Ancak elbette bu da göreceli bir kavram. Emin olduğum bir konu var ki o da bu şehre mutlaka gidilmeli, yemeklerinden tadılmalı, bir kaç gün ayrılmalı.

PARK BAHÇELERİ

Genellikle gittiğimiz yerlerde çayır çimenleri araştırdığımız için malum hemen hemen yer rotada bu başlığı yazacağım sanırım üzgünüm :) Eskişehir denilince son yıllarda akla en çok gelen yerlerden birisi malumunuz Sazova. Devasa bir yeşil alan, devasa bir giriş, devasa kapılar yapılar derken yine Türkiye gerçeği ve saçmalıkları elbette şaşırtmıyor. Koca bir gölet yapmışlar kurumuş, koca bir park yapmışlar evcil hayvan yasak, sonra Avrupa'da bu alanlar insanlar medeni bir şekilde bisiklet sürsün, ne bileyim güneşlensin, bir iki şey içsin dinlensin diye yapılır di mi? Biz de daha girer girmez bir curcuna ki sormayın sadece yemek üstüne standlar. Patates kızartması, dondurma, patates kızartması, dondurma, patates, dondurma ve türevleri. Yerler pis, çocuklar leş, herkes bir tıkınma modunda ki sorma gitsin. Az biraz ilerleyince koca bir şato var malum. İçine girilmiyor, önünde arkasında, sağında, solunda fotoğraf çekiyorsun. Sonra mı? Eee bu kadar işte daha ne olsun? Biraz daha ilerliyorsunuz bu kez devasa bir gemi. Ne mi yapıyorsunuz tabii ki içine girip fotoğraf çekiyorsunuz. Sonra mı? Eee bu kadar işte :) Yani diyeceğim o ki bu güzel park içinin yapılanması her şey boş, bom boş. Kadınların çığlıkları ile pusetimizdeki çocuk uyandı. 'Ahhhhmeeettt yeme onu, Ahhhhhmmeeettt koşma' diye diye beynimizi yedi biri. Şahsen ben etkilendim ama sadece kapısını gördüğümde. Bir de müzesi var, sanırım elle tutulur tek güzel ve faydalı yeri. Ama biz yine köpekli ve bebekli olduğumuzdan ve müze de biraz 5-8 yaş arasına hitap ettiğinden giremedik. Bu yaş aralığında çocuğunuz var ise girin derim, çünkü çocuklar pek mutlu, aileler ise bir o kadar etkilenmiş görünüyordu.

Gelelim Kentpark'a. Kendisini de gitmeden önce merak etmiştim doğrusu. Şehrin göbeğinde mis gibi park üstüne üstlük içinde olimpik bir havuz, güneşlenme alanı. Şehrin en meşhur yiyeceklerinden biri olan çiböreği ile nam salan Kırım çibörekçisi. Kapıda koca bir engel ; köpek yasak, bisiklet yasak. Eee içeride herkes çekirdek çitliyor onlar normal, istenilesi, aranılası !!! Kafese koyduk bizim kızı, söyledik güvenliğe kem küm yaptı kafeste bile!!! Girdik bir şekilde işte. Güzel mi evet, şahsen bir insanın yaşam alanında böyle bir parkın var olması muhteşem. Ama ben parkı neyleyim köpeğimle giremeyeceksem, bisiklet süremeyeceksem. Yine yemekten bol bir şey yok etrafta. Bir hediyelik eşya dükkanı. 6-7 metre kare alana  yeryüzünün en asık suratlı iki insanı oturtulmuş ne sorsak kafasını duvara tavana falan çeviriyor. Sattıkları da zaten şehrin her yerinde bulunası en basit hediyelik eşyalar. Kısacası bir muhteşem yaşam alanında daha saçmalıklar keyfimizi kaçırmadı değil. Kırım Çiböreğe de gittik tabii eksik kalmadık. Tur otobüslerinin uğrak yeri, tuvaletlerinin kokusundan bir hal oluyorsunuz zaten orası ayrı. Sorbe çorbası ile burada tanıştım. Kuzu etinin suyuna yapılıyormuş bayıldım kendisine, aşık oldum lezzetine ah bir de bir kepçe porsiyonu olmasaydı. Bildiğin o bir kepçe de yeryüzünün en küçük kepçesi. Çibörek hakkında yorum dahi yapamayacağım. Tadına bile bakmadım, yağın içine sokup çıkarılmış kıymasını görmem yetti. Bizimkiler yedi, onlar da sevmedi. Bilemedim bunca abartılacak neyi vardı ama gördük bildik işte:p

Adalar yani Porsuk Çayı'nı da bu kategori de yazmak uygun olacaktır sanırım. Her ne kadar yeşil alanını göremesem de park bahçe kıvamında benim nezdimde çünkü şehrin köpekle gezilip sosyalleşilebilecek tek açık alanı. Biraz fazla ve hatta çok kalabalık ama atmosferi gerçekten çok güzel. Eminim hafta içi çok daha rahat ve eğlenceli oluyordur ama malum biz gitmek için 23 Nisan'ı seçtiğimizden bu konuda şansın yüzümüze gülmeyeceği açıktı. Her yer kalabalık, akın akın insan iken Porsuk Çayı da bu durumdan nasibini en fazla alan yerlerdendi. Minik teknelerde, Venedik usülü kayıklarda ve değişik salımsı kayığımsı alet edevatlarda insan taşınması uzaktan uzağa izlerken fena sayılmayan bir eylem gibiydi. Biz deneyemedik çünkü bitmek bilmeyen sırası 'kalsın' dememiz için yeterli sebepti. Etrafındaki kafeler ve kitapçılar gerçekten güzel döşenmiş ve hoş mekanlar olarak kaldı hafızamda. Canlı ve hatta ahengi bol bu yer biramı kaparım çimenlere dalarım edasındaydı. Biz de turladık da turladık etrafını. Bir kaç kitap aldık, bir kaç köpek severle sohbet ettik.

Bir de Şelale Park var ki park etmeden kaçıverdik. Çünkü mangalcıların akınına uğramış Şelale Park ve çevresi fena dumanlı idi. Yani inip yürümeye bile yeltenmedik maalesef.

GEZİLECEK YERLER

Eskişehir iki gece üç günlük bir seyahate sığdıracak bir çok neden barındırıyor içinde. Bakmayın siz benim müşkülpesentliğime, eleştirecek bir şeyler bulma konusunda üstüme olmadığından her konuda yazarım üç beş olumsuzluğu. Çünkü açıkçası ben de bilmek isterim bir yere gitmeden önce olabilecek zor durumları ki beklentilerimi ona göre belirleyeyim. Yanımızda puset olmasaydı ne olacaktı mesela o parkların hiçbirine giremeyecektik ama daha önce okuduğum blog ya da yazılar böyle detaylar barındırsa idi içinde ben de kızımla gezilecek rotaya koymazdım bu şehiri. Eveeett günah çıkarmamızın ardından gelelim bu güzel ilimizin gezilecek görülecek yerlerine; ilk sırayı Odunpazarı Evleri alıyor, sonrasında Kurşunlu Camii ve Külliyesi, Atlıhan El Sanatları Çarşısı, Yılmaz Büyükerşen Balmumu Müzesi, Lületaşı Müzesi, Çağdaş Cam Sanatları Müzesi, İki Eylül Caddesi, Doktorlar Caddesi, Haller Gençlik Merkezi, Arkeoloji Müzesi, Devrim Otomobili.

Hepsine gidemedik maalesef ancak gittiklerimizi yine ince ince anlatacak olursam eğer; Odunpazarı Evleri'nden beklediğimi bulamadığımı söyleyebilirim. Mekanlar güzel, konaklar güzel, ahşap atölyeleri güzel ama içindeki insanlar yani esnaflar berbat ötesi. O güzelim tahta oyuncakları yapan insanların suratında bir meymenetsizlik, o konakların içindeki servis personellerinin yılmış halleri bizi bizden etti. Sonuçta bir seyahati ya da yaşanmışlığı güzel kılan her şeyden önce içindeki insanlardır bana göre; girdiğim bir bakkal ile sohbet edemeyeceksem ya da kahve içtiğimiz bir yerde güzel ağırlanmayacaksam kendimi sürekli emanet hissedeceksem ne anlamı kalıyor ki o anın. Biz kendimizi eğlendirdik mi evet, moralimizi her şeye rağmen tavanda tuttuk mu evet ama yine de bu belediyenin oturup kendine gelmesi için o esnafla çalışmalar yapması gerektiği kanaatindeyim:)

Atlıhan El Sanatları Çarşısı, Balmumu Müzesi, Lületaşı Müzesi, Çağdaş Cam Sanatları Müzesi, Kurşunlu Camii ve Külliyesi zaten birbirine çok yakın ve hepsi de Odunpazarı Evleri çevresine konuşlanmışlar. Dolayısıyla bu yer şehre gidildiğinde ziyaret edilmesi zaruri bir hal almış, elbette haşhaşlı ekmeği, met helvası, çiböreği de aynı çevreden satın alınabilecek bir çok yer olunca fazla şımarmış olabilirler ya da yorulmuşlardır bilemem tek bildiğim hiç hoş bir düzenin olmadığı.

Balmumu Müzesi'nin girişinin sadece 5 TL olması büyük şans elbette. Emek büyük orası kesin, bazı heykeller çok başarılı bazıları ise ciddili başarısız ancak yine de güzel girişim tebrik etmek lazım fikri. Gezmek için yarım saat yeterli zaten hafta sonu gitti iseniz kalabalık dolayısıyla daha fazla vakit ayırmak istemek sizi yoracak tonla sebep biriktirmeye yol açacaktır.


Çağdaş Cam Sanatları ve Lületaşı Müzesine giremedik, hem çok kalabalıktı hem köpek ve bebekle tüm hepsini peş peşe yapabilmek çok da mümkün değildi. Ancak çevresinde konuşlanmış atölyelerde pek çok güzel örneğe rastladık. Emeklerini takdir ettik.

İki Eylül ve Doktorlar Caddesi, Haller Gençlik Merkezi de bu şehre gelen herhangi biri tarafından zaten önünden arkasından sağından solundan ziyaret edilebilecek yerlerden çünkü hepsi merkezde. Güzel, temiz, nezih, hoş esnafların ve mekanların olduğu yerlerden. İnsan yürürken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyor gerçekten.


YEME-İÇME


Kahvaltı için ilk sabah Little Kitchen'ı tercih ettik. Evet gitmeden önce Havelka, Acıktım, Doyuran gibi noktaları çokça duyduk ama sosyal medyadan baktığımızda mideye hitabı çokça olsa da göze hitabını fazla beğenmediğimiz bu yerlere biz uğramadık. Little Kitchen güler yüzlü personeli, ılımlı yaklaşımları zengin ve kaliteli kahvaltı menüsü ile zaten gider gitmez çok doğru bir tercih dedirtti bizi. En az 2 saatimizi geçirdiğimiz bu yeri biz gerçekten çok sevdik. Eşim iş seyahatleri için Bursa'ya gittiğinde burgerları için zaten sıklıkla gittiğini ve mekanı bildiğini ama Bursa'daki benzinliği yanında yer alan mekana kıyasla dekoru fazlasıyla özenli bu markayı sonradan hatırladı :) Kısacası önce hizmet ve kalite ile kendine yer edinen bu marka demek ki sonraki şubelerinde görsele de önem vermiş, tüm ilgiyi de fazlası ile hak etmiş diye düşündük biz. İki kişi 40 TL gibi bir ücrete tıka basa doyacağınız bu yeri akşam yemeklerinde de tercih etmek mümkün, biz bayıldık :)

İkinci sabahımızda ise Passage dan yana kullandık oyumuzu. Kötü bir yer değildi kesinlikle ancak önceki sabah hem kalbimizi hem gönlümüzü fetheden Little Kitchen sonrası maalesef hayal kırıklığı oldu. Kendini küçük dağların yaratıcısı olarak gören şef garsonlarının iticiliği zaten bizim için bu mekanı sevmemek adına yeterli bir nedendi. O kadar ki bomboş mekanda hızlı yiyip kalkmamızı çünkü köpeğimizin olduğunu öğütledi ki zaten bizi alabileceği yegane yerin sigara içilebilecek alan olduğunu da eklemeden edemedi. Neyse dedik farklılık olsun bu ukala herif moralimizi bozmasın. Servis yavaş yavaş başlarken eşimin filtre kahvesi sunum yapılan tahtanın hatları dolayısıyla döküldü, özensiz bir şekilde masayı silen garson yenisini getirmeyi asla önermedi, ısrarla yere kahve aktığını söyleyip yeniden sildirdik. Evet göz alıcı bir mekan yapmışlar özellikle Porsuk Çayı'na bakan bölümü her ne kadar oturmamıza izin verilmese ise de çok güzel görünüyordu. Fiyat olarak önceki güne benzer bir fiyat ödedik ama deneyim asla aynı tadı vermedi.

Akşam Yemeği olarak tek bir şansımız vardı onun için de yine bizi hem köpek hem de bebekle ağırlayabilecek bir yer bulana dek canımız çıktı. Aklım Sempre Ristorante Italiano da kalmadı değil ki gidip ricada da bulunduk kibarca red yedik. Belki de haklılardı çünkü cidden salaş bir mekan değildi. Özel gün kutlamalık, güzel bir akşam yemeği yenecek bir mekandı. Her durumda bir daha yolum düşerse kesinlikle uğranmalı diyeceğim bir yer olarak kaldı. Biz ise tercihimizi içeri adım atar atmaz güler yüzlü yaklaşımı, kalitesi ve fiyatlandırması ile eleştirilebilecek tek bir kusur asla bulamayacağımız Mr. Flank Steakhouse oldu. Bu yer gerçekten harikaydı. Servis görevlileri son derece profesyoneldi, etlerinin lezzetinden sual olunmazdı. İstanbuldaki steakhouse mekanlarının tek tek gidip ders alması gerektiğini düşündüğüm mekanın görseli, terasının büyüsü de bizden on üzerinden on aldı ve çok keyifli bir akşam olarak anılarımızda yerini aldı.

Öğlen atıştırmalığı, bir şeyler yeme içme olarak bunların dışında Kırım Çibörek, Sürmeli Konak, Eskişehir Mutfağı Çibörek Evi ve Kırk Ambar Saklı Bahçe'ye oturduk.

Kentpark'ı anlatırken Kırım Çİbörek deneyimimizden bahsetmiştim. Diğer üçü yine maalesef hayal kırıklığı idi. Hadi Sürmeli Konak ve Kırk Ambar Saklı Bahçe Odunpazarının göbeğinde ve yoğunluk dolayısıyla misafir ağırlayabilecek kapasiteye haiz olmadığından kendi halinde küçük yerler olduğundan beklentisiz gidilebilecek yerlerden ama Eskişehir Mutfağı Çibörek Evi gerek sosyal medyada iyi anıldığından gerekse şehirde diğer yerlilerin dilinde bir yer olduğundan bu kadar vasat olabileceğini düşünmemiştik.

Sürmeli Konak ve Kırk Ambar Saklı Bahçe zaten sinirlerinizin bozulmaması için asla adım atmamanız gereken yerlerden ki bence Odunpazarı Evleri'nde neredeyse tüm mekanlar aynı kötü özellikleri içinde barındırıyor. Eskişehir Mutfağı Çibörek Evi'ne ise daha çok balaban köfteyi deneme amacı ile gitmiştik cidden değil balaban olması etten ve dahi kıymadan nefret ettik. Herşeyden önce son derece kaba insanların olduğu bu mekan bildiğiniz pis bir lokanta. Siz siz olun bu üç işletmenin kapısından dahi geçmeyin diyebilirim.

Akşamları dışarı çıkmak isteyenler için Varuna Gezgin, Barlar Sokağı'nda La Cuisine Boutique Restaurant, Drunken Duck,Mezze Balık ve türkü seveler için Sera Cafe& Bar önerilebilir yerler. Biz yine malum sebeplerle gidemesek de girdik gördük beğendik bu yerleri:)

HEDİYELİK EŞYA

İki Eylül ve Doktorlar Caddesi'nde minik minik hediyelik eşya yerleri yok değil ama biz en çok Hanımeli Sokak'ta yer alan el emeği göz nuru ürünlerin satıldığı küçücük pazarı sevdik. Bak bak doyamadık tezgahlara, satıcılarla sohbet muhabbet etmeden dönmedik. Ve buradan dünya tatlısı Arzu ve bebekleri ile tanıştık, Bilge'yi evlat edindik kendimize:) Haftanın bir günü de organik pazar kuruluyormuş sanırım o da pazar günleri idi. O çok tırt ama cumartesi akşamı uğranmalı bu minik sokağa kesinlikle, tek tek keşfetmeli sanatçılarını.

Yiyecek olarak ise yine Odunpazarı Evleri'nin çevresine konuşlanmış olan met helva satan, haşhaşlı çörek satan, kalabak suyu satan yerler tercih edilebilir.

Lületaşı hediyelikleri, ahşap oyuncaklar, cam sanatları için Odunpazarı tercih edilebilir ki ben sadece ahşap oyuncak atölyelerini beğendim diyebilirim.

Başka bir seyahat plan ve paylaşımında bulunana dek sağlıkla kalın.













28 Nisan 2016 Perşembe

Air Bnb / Prag- Çek Cumhuriyeti (7-9 Nisan 2016)


Bir seyahatten daha dönmüş olmanın mutluluğu içindeyim :) Diyeceğim o ki gezin a dostlar. Yani illa uzaklara uzaklara değil, bir kaç km ötedeki bağ bahçelere de gidebilirsiniz ama ne bileyim gezin işte. Çimlerde uzanın, akışına bırakın, kilo alacağım korkusundan bağımsız olarak yiyin için, kimseleri de takmayın. Yoksa sürekli sinirlenen ve söylenen kimlikler olarak bir arpa boyu yol gidemezsiniz benden söylemesi :) 

BİLET ÜCRETİ- UÇUŞ HAKKINDA

Tam da 12 Nisan'da evliliğimiz sekizinci yılına adım atacakken bir plan yapalım dedik ve bir de baktık Pegasus yine indirimde, bu fırsatı değerlendirmeden edemezdik. İki kişi gidiş dönüş bilet ücretimiz 460 TL idi. Sonradan 20 kilo bagaj eklettik ona da 42 TL verdik. Yani kısacası biletimiz 500 TL ye gelmiş oldu. Uçuş süresi Sabiha Gökçen Havaalanından 2 saat 15 dakika ve saatler ülkemize göre 1 saat geri bunu da söylemekte fayda var diye düşünüyorum.

                                                                          


KONAKLAMA


Evimiz yine airbnb den ucuzun da ucuzu seçeneği oldu. Evlilik yıldönümü diye gaza gelip iyi bir otel seçecek değildik:) Sonuç olarak bir kaç saat uyuyacağımız bir odaya ne diye fazla para verecektik. Nitekim iki gece iki kişi için sadece 260 TL ödedik. Evimiz Old Town'a 5 dakika mesafedeydi. Yani her şey yanı başımızdaydı. Ulaşımı zaten kolaydı ama ev sahibemiz detaylı anlatımı ile daha da kolaylaştırdı adresini bulmamızı. İşte adres için bir tık. Evden çok fazla beklentimiz olmadığı gibi sokakta kalsak dahi çok da umrumuzda değildi. Buna rağmen ev sahibemiz Lenka fazlası ile ilgili tavırları ve yardımseverliği ile bizi şaşırttı :) Yani konaklama konusunda herşey beklentimizin üzerinde çıktı vesselam.




HAVAALANINDAN ŞEHRE ULAŞIM

Havaalanından iner inmez tıpkı Budapeşte'de olduğu gibi karşımızda toplu taşıma için danışma vardı. Daha önce yine bloggerlardan edindiğim bilgiyi dikkate alarak 24 saatlik geçerli olan ve ortalama kişi başı 13 TL gibi bir ücrete gelen biletlerden aldık ikimiz için ayrı ayrı. Avrupa Birliği üyesi olmalarına rağmen kendi paralarını kullanmalarından ve yine bloggerların havaalanında asla kron almamamız gerektiğine dair uyarılardan mütevellit kredi kartı ile aldık biletlerimizi. Bilet kontrolleri kesinlikle bir Budapeşte ya da Barselona gibi olmadığı gibi bilet basan görmedim desem yeridir. Bunun dışında 2 günlük, 3 günlük gibi bilet seçenekleri olsa da bu biletler oldukça gereksiz diye düşünüyorum çünkü şehir zaten İstanbul'u düşündüğünüzde avuç içi kadar yer. Aslında sonradan sadece gidiş için 2.75 TL gibi bir ücreti olan ve tek binişlik olmasına rağmen 90 dakika boyunca aktarma yapabileceğimiz biletten de alsaymışız olurmuş diye de düşündük çünkü cidden pek toplu taşıma kullanılacak mesafe olmadığı gibi şehir zaten yürürken çok daha anlamlı bir şekilde gezilmiş oluyor diye düşünüyorum. Havalanının önüne çıkar çıkmaz 100 ve 119 numaralı otobüslerden birine binebilirsiniz. Biri sizi yeşil hatta diğeri ise sarı hatta ulaştıracak ancak bunların da çok önemi yok zaten ikisi de şehrin orta yerinde birleştiğinden siz hangi yere gideceksiniz inip diğerine aktarma yapabilirsiniz. Biz 119 numaralı otobüse bindik, ortalama 20 dk gibi bir süre sonra metro istasyonundaydık, metro yolculuğu süresi de 10 dk. Yani 30-35 dakikada şehir merkezindesiniz. Sonrası artık size kalmış :)

ÇEK KRONU VE ÇEK KRONU TEMİNİ

Yine seyahate çıkmadan önce bu konu ile ilgili onlarca uyarı okuduk. Bir ara acaba gitmeden Kapalı Çarşı'dan falan mı temin edelim diye düşünmedik değil. Staromestska durağının hemen çıkışında komisyonsuz para bozduran bir yer önerilmişti bir yazıda biz hiç risk almadan direk oraya gidip bozdurduk dövizimizi. 100 euro 2660 çek kronuna denk geliyordu. Diğer yerlere göre avantaj sağladık mı emin olamadım ama dediğim gibi kötü bir yere denk gelip risk almak istemedik.


PRAG HAKKINDA


Prag benim gözümle Vltara nehrinin bir yanı oldukça turistik hale gelmiş (mimarisinin etkisi büyük) diğer yanı görece daha temiz, müzelerin konuşlandırılmış olduğu, dört bir yanının park bahçe ile donatıldığı, temiz, dakik ( metro, otobüs ya da tramvay için neredeyse hiç beklemiyorsunuz), insanların herşeyden önce kendilerine olan öz saygılarının fazla olduğu, açtıkları her mekanı müze sanan ( sex museum, chocolate museum, beer museum...), sadece tarihini korumayı değil aynı zamanda gelişmeyi ve üretmeyi seven insanların olduğu, minicik fıçıcık içi dolu turşucuk bir şehir. Çok da kaybolacağınız ara sokakları yok ama her köşesi ayrı güzel, kuklalara, animasyonlara, oyuncaklara, bilhassa ahşap oyuncaklara da ayrıca gönül vermişler. Elbette Kafka'nın bu şehirde yaşaması, kitaplarını yazması şehrin adının yanında ilk anılan isimlerden olmasını sağlamış. Kafka müzesi, Kafka sokağı, Kafka kafesi, Kafka'nın evi vs vs vs. Kendi biralarını ürettikleri, fazlasıyla yerli biralarının olduğu, günde kişi başı bira tüketiminin 1 litre olduğu bir şehir aynı zamanda. Gece hayatının renkliliği de özellikle erasmus öğrencilerinin ayrı başlıklar açarak incelediği bir konu ise de evli bir çift olmamız itibariyle biz kokteyl barlara ve publara daha çok meylettik. Aaaa az kalsın unutuyorum bir de trdelnik :) Genel anlamda tatlıyı pek bir seven insanların yaşadığı Prag sokaklarında yürürken içinize çeke çeke daha çok koklamak sonrasında da bir güzel midenize indirmek isteyeceğiniz trdelnik içine nutella sürülünce daha da leziz bir hal alan kömür ateşinde pişen bir tür tatlı. Özellikle Charles Köprüsünü geçer geçmez düz ilerlediğinizde sağınızda kalan, tipik ev kadını ablaların yaptığı yerde ve Prag Castle önündeki abimizin yaptığı yerde yemenizi ayrıca tavsiye ederim. Ama iki kişinin bir tane alması daha mantıklı çünkü soğuyunca aynı tadı alamıyorsunuz.

PRAG PARK - BAHÇELERİ








Malum köpeğimiz var yeşil alanları görmeden bünyemizin dengesinin bozulmasına izin veremeyiz bu nedenle Prag parklarına da adım atmamak olmazdı. Letna, Petrin, Kampa ve Vysehrad hem içimizi huzur doldurdu, hem de manzaraları ile gönlümüzde taht kurdu:) Vysehrad zaten surları, manzarası, sanat galerisi yetmezmiş gibi içindeki sinegog ve kalesi ile bizi büyüledi. Genellikle şehrin zenginleri ve ünlülerinin geldiğini söylemişti ev sahibemiz ama biz biraz erken saatte gittiğimizden oldukça az insan gördük onların da ünlü mü ünsüz mü olduğunu kestiremedik. Letna'ya ise cuma öğleden sonra çıktık, yine manzarası ve doğası muhteşemdi. Aynı zamanda içinde barındırdığı Teknik Müze'ye hakkını vererek gezmek isterseniz bir tam gününüzü ayırabilirsiniz ve geçirdiğiniz her saniye ayrı bir sürpriz ya da güzellikle ve elbette bilgi ile karşılaşacağınızdan emin olabilirsiniz. Letna'da özellikle yaz akşamları 'beer garden' denilen tahta masa sandalyelerde yan yana konuşlanarak bira içilen küçük alanlar var. Biz de birine oturduk çok sakin ve güzeldi ancak dediğim gibi yaz akşamları çok daha kalabalık ve eğlenceli olduğu söyleniyor.


Petrin ise çakma Eyfel kulesi olduğu söylenen Petrin Kulesi'nin yanı sıra henüz çiçek açmış güzel ağaçların olduğu, mis gibi kokan bir yeşil alan. Petrin Kulesi'ne merdivenle ya da asansör ile çıkılabiliyor. Asansör ile çıkmak 5 TL gibi bir farkla ama merdivenle çıkmak çok daha eğlenceli çünkü adım attığınız her katta şehre ayrı bir tarafından bakma fırsatı yakalıyorsunuz. Petrin tepesine finiküler ile çıkmak mümkün ya da yürüyerek ancak biz gittiğimizde finiküleri bakıma aldıklarından yürümek durumunda kaldık. İyi ki de öyle olmuş, ağaçlar ve kuşlar büyüledi adeta. Çok uzun sürmediğini söyleyebilirim (25 dakika kadar) aynı zamanda yine tepeye doğru tırmanırken sağda bir restaurant var o da güzel görünüyordu. Kulenin kendi içinde kafeterya gibi bir alanı da mevcut. Kuleye akşam 22:00 ye kadar çıkalabiliyor biz gün batmadan kısa bir süre önce çıktık hem ışıkta hem karanlıkta görme şansımız oldu ve mutlaka hediyelik eşya bölümünden birşeyler alın. Şehrin içinde öyle güzel ve orjinal şeyler alamayabilirsiniz. Gelelim Kampa'ya, Kampa diğer üç alana nazaran şehre çok daha yakın festivallerin yapıldığı piknik alanı kıvamında diğer üç yere nazaran daha yakın sakin bir yer. Tabii yaz aylarında öyle olmayabilir :) Şehrin çok daha ortasında, ulaşımı çok daha rahat, restaurant sayısı çok daha çok :) Düz bir yeşil alan, diğer parklar gibi çok çeşitli çiçek böceği yok ama yine de güzel heykelleri var:)

TARİH - MÜZE

Gitmeden önce hangi sayfaya bakarsam bakayım tarihi ile ilgili yazan en yaygın cümle : 2. Dünya Savaşı'nda çok tahribat görmediği için sokaklarının, binalarının tarihi dokusunu koruduğu ve bu nedenle de masallar şehri olarak anıldığı idi. Bu fikre kesinlikle gezdikten sonra ben de aynı şekilde katıldım. Şans mıdır yaşadıkları yoksa bilinçli bir şekilde yıllardır temiz ve düzenli hayatlarından mıdır bilinmez kesinlikle sokakları hele hele Old Town kısmı adeta bir film platosu. Öyle renkli ve güzel, öyle eski ama bir o kadar mistik ve temiz ki; insan hayranlık duymadan yapamıyor. Tarihi olarak gezilecek yerler en genel anlamıyla Charles Köprüsü, Prag Kalesi, Eski Kent Meydanı, Astronomik Saat, Köprü Kuleleri, Yahudu Mahallesi, Golden Lane, Tyn Kilisesi, Powder Tower, St. Vitus Katedrali, Lennon Duvarı, Zizkov Televizyon Kulesi, Belediye Sarayı, Kafka Müzesi, Ulusal Müze, Dans Eden Ev, Eski Yeni Sinegog ve başka bilumum sinegog, kilise. Ben mesela başka başka sayfalarda bunları okuduğumda insanlar tüm bunları bir ya da iki güne nasıl sığdırır ki demiştim. Ama gidince bunun nasıl mümkün olduğunu çok kısa bir zamanda anlıyorsunuz :) Herşeyden önce şehir gerçekten minicik: mini minnacık. Zaten bu saydığım yerlerin büyük bir bölümü yan yana denilebilecek mesafede ve çoğunluğuna çok fazla vakit ayrılmıyor.


Mesela Prag Kalesi'ne çıkınca önünde bir kaç fotoğraf alıyor, görkemine kapılıyor, gitmeden önce okuduklarınızla tarihini hatırlamaya çalışıyor hemen önünde kurulan tezgahlara göz gezdirip atıştırmalık bir şeyler kapıyorsunuz, tabii hemen yanındaki St. Vitus Katedrali'ni de görmüş oluyorsunuz zaten ve kendinizi yokuştan aşağı atarken bir kaç şehir manzaralı fotoğrafım olsun diyerekten kendinizi fotoğraf sırası için köşe kapmaca oynarken buluyorsunuz. Golden Lane- Altın Yol ise yan yana bir kaç renkli evin olduğu minicik bir sokak, esprisi vakti zamanında bu evlerden birinde Kafka'nın yaşamış olması. Evlerin içlerini şimdilerde hediyelik eşyacılar doldurmuş. Bilmeniz gereken 17:00 sonrası giderseniz herhangi bir ücret ödemeyecek olmanız. Sonrasında yeniden çevredeki oyuncak dükkanlarını gezerek daha da aşağı inerken nehre yakın bir yerde Lennon Duvarı; duvarda rengarenk çizimler ve kelimeler hakim. Yine herkesin yaptığı önünde fotoğraf çekmek yani ayırılacak vakit belli :)



Bu arada Lennon Duvarı'na inerken gezilen sokakların renkliliği ve restaurantların çekiciliği bizi bizden aldı orası ayrı. Tam da bu noktada zamanı iyi ayarladıysanız eğer Kafka Müzesi'ne koşunuz zira çok yakınındasınız. Bu söylediklerim Karl Köprü'sünün bir ayağı idi. Diğer ayağında ise köprüyü geçer geçmez kuleler var. Buralara ücret dahilinde çıkıp şehri tepeden görmeniz mümkün ama biz zaten yukarıda saydığım park ve bahçelerde bu konuda fazlası ile gözlem ve bilgi aynı zamanda fotoğrafa sahip olduğumuzdan Old Town'daki kulelerde bu eylemleri yapmadık. Karl Köprüsünü geçtiniz, köprüdeki sanatçılar, hediyelik eşyalar, insanların coşkusu kan akışınızı hızlandırdı. Eski Kent Meydanı'na doğru ilerlediniz Astronomik saat zaten bu meydanın tam da ortasında. Bilmeniz gereken sabah 9:00 da ilk iş bu saati ziyaret edip bir kaç dakika sürecek görselliğe tanıklık etmeniz eğer daha geç saatlere kalırsanız kalabalık ve gürültüden neyi nasıl görmeniz gerektiğini bile anlamayabilirsiniz. Şimdi sıra Tyn Kilisesi ve Powder Tower a geldi sadece 10 dakika yürüyüş mesafesindesiniz o da kalabalık yüzünden yoksa yürüme mesafeniz oldukça az. Yahudi Mahallesi tam da buradan çok da uzakta değil Eski Yeni Sinegog bu mahallenin tam da girişinde ancak akşam 19:00 sonrası ziyarete kapalı. Mahallenin içine para verip gezmedik, gezeni de görmedik uzaktan uzağa bakışıyor insanlar, bir kaç fotoğraf çekip ayrılıyor. Şahsen ben yahudileri zaten fazla korkunç bulduğumdan bu mahalledeki atmosferi ve sinegog önünde nöbet tutanları hiç mi hiç sevmedim. Dans Eden ev ise tüm bu alanların biraz daha dışında, siz en iyisi onu Vltara nehri etrafında turlarken ziyaret edin derim. Bu alanda çok fazla yan kesici tipler gördük o nedenle dikkatli olmakta yarar var diye düşünüyorum. Zizkov TV Kulesi'ne, Ulusal Müze'ye ve Belediye Sarayı'na biz gitmedik. Bunların yerine farklı üç tercihte bulunduk. Bunlardan ilki Prag Kalesine çok yakın Oyuncak Müzesi idi. Sunay Akın'ın Oyuncak Müzesi'ne de üç defa gitmemiz, oyuncakları ciddi anlamda sevmemiz ve Avrupa'daki oyuncakları da ayrıca takdir etmemiz nedeniyle kişi başı 10 TL gibi az bir ücretle girdik. İnanılmaz büyük ve eğlenceliydi, üst katta ise bir dolu barbie vardı çünkü koca kat barbie bebeklere ayrılmıştı. Hiç pişman olmadık, çok eğlendik, geçmişe yolculuk yaptık. Bir diğeri kişi başı 28 TL gibi bir ücrete gezdiğimiz 1910-1989 yılları arasında yaşamış çek bir yönetmenin filmlerdeki efektleri nasıl kullandığını, filmlerindeki kıyafetleri ve en meşhur film sahnelerini anlatan Karel Zeman müzesiydi. Yine bizi inanılmaz etkileyen ve iyi ki gelmişiz keşke 24 saat içinde turlayabilsek dediğimiz Letna Parkı içinde bulunan Teknik Müze'ye kişi başı 20 TL gibi bir ücret ödedik. Bu devasa müze 5 katlı ve sadece başta Skoda olmak üzere bir çok araba, bisiklet, uçak, helikopterin sergilendiği alana bile en az 1 saatiniz ayırmanız gerektiğinden biraz erken gitmekte fayda var diye düşünüyorum. Her üç tercihimizden de çok ama çok memnun olduğumuzu yine yeniden söylemek istiyorum :)


Tüm bunların dışında Wenceslas Meydanı ve Yahudi Mahallesi'ne giderken geçtiğiniz Parizska Caddesi Prag'a gittiğinizde gezmeniz gereken yerlerden. Parizska çok ünlü markaların mağazalarının yer aldığı bir cadde, Wenceslas ise yine AVM, mağazaların oluşturduğu bir kaç sokağın birleşimindeki ana meydan. Canlı bir yer ve şansımıza gittiğimizde çok eski yarış arabaları sergileniyordu :) Bu meydana giderseniz çok ucuz ve dandik olsa da eğlenceli şeyler alabileceğiz Tiger'a uğramayı unutmayın :) Yine Old Town'da bir kaç bal mumu müzesi var, biz girmedik çünkü her yerde çok başarılı olmadığı yazıyordu. Girişinde koltuğuna oturduğunuzda bir kaç saniye sonra sıcak, soğuk, vahşi gibi yanıtlar alacağınız bir Seks Müzesi var aynı zamanda yine Old Town'da. Turistlerin ilgisi büyüktü ancak biz bu müzeyi de pas geçtik.


YEME - İÇME



Eveeett, gelelim ne yedik ne içtik :) Şunu söyleyebilirim ki Prag bu konuda beni pek güldürmedi :) Nedeni ise gitmeden önce okuduğum tüm bloggerların ve gittikten sonra orada baktığım hemen hemen tüm sosyal medya mecralarının önerdiği yerlerin kafe olmasıydı. Bu durum beni üzdü çünkü kendine has yemekleri beni cezbetmedi, yerel tatlardan sıkılıp bir İspanyol, bir İtalyan mutfak aradığımızda ise yaptığımız seçimler bizi pek tatmin etmedi. Dolayısıyla maalesef bu konuda yaptığımız tercihleri yapmamanızı önermekten başka yapacak bir şey yok :) Kahvaltı klasik Avrupa kahvaltısı : kahve ve kruvasan, tatlıdan hoşlanmayanlar için ise sandviç ve kahve. Bu konuda çok da şanssız değildik aslında zaten hepi topu iki sabah kahvaltı yaptık. Bunlardan birinde tercihimiz Au Gourmand ikincisinde ise Cafe Lounge oldu. Au Gourmand Old Town tarafında evimize çok yakın yerel bir pastane. Vitrindeki tatlıları gözümüze hoş geldiğinden oturduk sadece. Sandviçleri başarılı idi sebebi ise ekmekleri cidden çok lezzetliydi, kahvesi de fena sayılmazdı ancak portakal suyu berbattı. Cafe Lounge ise Kafka Müzesi tarafında oldukça başarılı sunumu olan ve gerçekten işini ciddiye alan garsonların olduğu hoş bir mekan. Hatta gittiğim mekanların içinde en iyilerdendi diyebilirim. Gördüğümüz hemen hemen her noktada yukarıda da bahsettiğim tatlıları Trdelnik'ten aldık. Aslına zaten kısa kalacağımız bu şehirde sürekli ona sığınmak hoş değil çünkü sonra acıkmıyorsunuz. Ama öyle güzel kokuyor ki kendinize engel de olamıyorsunuz :) Bu nedenle siz siz olun iki kişi bir tane alın ve her gördüğünüz yerden almayın ki acıkın :p


Dondurma için Angelato'yu tercih ettik bir Barselona ya da İtalya dondurmaları kadar lezzetli değilse de garsonları çok sevimli idi. Özellikle pirinçli dondurma bildiğimiz sütlaçtı ama denemeye değdi. Akşam yemeği için bir akşam Havelska Koruna ev sahibemizin ısrarlı tavsiyesi üzerine ziyaret edildi. Burası tam da bizim tabldot usülü verilen ev yemeklerinin sunulduğu bir mekandı. İnanılmaz kalabalıktı ve yerli halk akın ediyordu bu durumdan etkilendik ve biz de gaza gelip yemeklerimizi aldık. Bir kere çorbaları ve et yemeklerinin sosları benim damak tadıma göre hiç değil, ikincisi ekmekleri aşırı yumuşak hamurlu hatta sanki bildiğiniz hamur. Ekmekleri doyurucu evet ama tatları tartışılır. Buranın en büyük avantajı çoğu yerde sırf gelmişken deneyeyim diyeceğiniz yemekleri yarı fiyatından çok daha ucuza yiyecek olmanız. Kim bilir belki siz seversiniz. Meksika tatlarını sevdiğimizden bir akşam da Cantina'ya gittik. Duvarlarda kilim desenli yerel kıyafetlerin olduğu ilginç ama iyi niyetli garsonların olduğu farklı bir yerdi. Yemeklerini eşim çok sevdi ben ise sunumdan dolayı çok başarısız buldum. Bonkör oldukları kesin tabaklar fazla fazla doluydu. Baharatlı biraları ayrıca denenebilir, farklı bir tat:)


Bir öğlen ise Lokal Dlouha'ya uğradık ancak söylemekte fayda var eğer yemeğe bir kaç saat ayıracak iseniz burada yemek yiyin çünkü en büyük özelliği ağır servis, ağır yemek yeme alışkanlığını desteklemesi :) Başarılı ve makul ücretli bir mekan olduğunu söylemekte de fayda var. Bunun dışında akşam çıkmak için gittiğiniz gibi şu üç yerden birine rezervasyon yapmakta fayda var. Hemingway Bar, Groove Bar ve Tretter's. Her üçü de sohbet muhabbetin gırla döndüğü, kokteyllerin başarılı olduğu nezih yerler ama dediğim gibi rezervasyon şart. Yine gitmeden önce okuduğum kadarıyla Savoy'da kahvaltı yeri olarak oldukça önerilmişse de biz gittik lakin içine girince Cafe Lounge'ı tercih ettik. Pişman da olmadık :) Not edip de gidemediğim akşam yemeği için Giallo Rossa bir de öğle yemeği için Nase Maso var. Özellikle Nase Maso'yu gerçekten çok beğendik ancak uğramak için acıktığımızda bize çok uzaktı, biz ona yaklaştığımızda ise aç değildik :)



ŞEHİR İÇİ ULAŞIM

Şehir içi ulaşımımızı genelde yürüyerek eğer acele etmek istiyor ise kısmen tramvay ile yaptık. Ancak özellikle Old Town'da at arabası, pedikep, ginger ya da üstü açık klasik arabalar ile turlayanlara sıklıkla denk geldik. Bunlardan bize göre olan tek seçenek ginger ise de o kalabalıkta kendisine pek meyledemedik.

PAZARLAR

Gittiğimiz her şehirde yurt içi ya da yurt dışı fark etmeksizin yerel pazarları kollamaktan çok hoşlanırız. El emeği göz nuru hediyelik eşyalar olduğu kadar doğal yiyecekler de dikkatimizi çeker. Bu nedenle Prag'da da belki bu konuda nam salmış yerler var diye araştırma yapmıştık. Bunlardan sadece Havelske Trziste'ye gittik ki biz hiç sevmedik. Aşırı turistik ve saçma sapan şeylerin satıldığı küçücük bir pazardı yani gitmeseniz de olur diye düşünüyorum :)





                                                                                                          HEDİYELİK EŞYA

Prag hediyelik eşya konusunda başarılı başarılı olmasına ama orjinal görünümlü olanları biraz abartılı fiyatlara sahip. Hemen hemen her köşe başında hediyelik bir şeyler almanız mümkün, büyük bir çoğunluğunun teması da aynı. Biz Petrin'in içindeki mekanın hediyelik eşya dükkanını, Oyuncak Müzesi içindeki hediyelikleri çok beğendik. Bunun dışında her yerde bir animasyon karakteri, çizgi film karakterleri, kupaları, ahşap oyuncaklar ve biblolar var. Bence hediyelik eşyaları oldukça renkli ve çeşitli. Biz de evimizin pek çok köşesine koyacağımız minik anılar depoladık.




 Başka bir seyahat plan ve paylaşımında bulunana dek sağlıkla kalın.






6 Mart 2016 Pazar

Club Amazon/ Bördübet- Muğla 31 Temmuz- 04 Ağustos 2014


Malum bizim bir köpeğimiz var, bu nedenle kamp kültürüne alışık insanlarız çünkü maalesef ülkemizde insanlar dahi gördüğü değerden sürekli şikayetçi iken hayvanlarla konaklayabileceğiniz yerler sayıca çok az. Lakin şöyle de bir gerçek var ki doğru adresleri bulduğunuzda da sizden daha önemlisi olmuyor hayatta, hem hayvanınız hem siz öyle el üstünde tutularak ağırlanıyorsunuz ki göklere uçabiliyorsunuz. Club Amazon Bördübet işte tam de bu lokasyonlardan biri.

Glamping kültürüne farkında olmadan 2010 yılında Kabak Koyu ile giriş yaptık biz. Peki neydi glamping: Beş yıldızlı otellerden sıkılan Avrupalı gezginlerin ortaya çıkardığı lüks kamp ya da butik kamp anlayışı. Hem doğadan kopmuyor hem de hamağınız, etiniz, balığınız, mezeleriniz, havuzunuz ve bir tatilde ihtiyacınız olan hiç birşeyden mahrum kalmıyorsunuz. Glamping anlayışını benimseyen insanlar sabahın ilk ışıkları ile birlikte yüzünde güller açan, kainatın her sesine kulak veren ve saygı duyan insanlar olduğu için de bu kamp anlayışını benimseyen yerlerde misafir olma şansı elde ederseniz zihnini berraklaşıyor ve ruhunuz okşanıyor.

Peki başka ne mi vaad ediyor bu tatil anlayışı, ağaç, çamur, sinek ısırığı, eşşek anırmaları:) Ama aynı zamanda yıldız altı piknikleri, sakinlik ve huzur.



Bördübet'e gelecek olursak Datça yarımadasının Gökova körfezine bakan kesiminde, Gökova körfezinin eşşiz koylarından biri olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Ki yıllar önce bu koyda saklanan İngiliz askerlerinin 'Kuş Yatağı' anlamına gelen 'Bird's Bed' dedikleri Bördübet, dağ güvercini, saka, bülbül, balıkçıl kuşlar, atmaca ve daha bir çok kuş çeşidine kucak açarak adının hakkını veriyor. Denizin ormanla iç içe geçtiği bu koyda bitki, kuş ve diğer hayvan çeşitliliğin fazlalığı ve her şeye inat bakirliğini koruması nedeniyle ise 'Amazon'u andırıyor. En yoğun sezonda dahi sınırlı sayıda tatilciyi ağırladığından hem kalabalık olmuyor hem de bulunduğu konum itibariyle en sıcak ayda bile bunaltıcı sıcaklar sizi es geçiyor.





2011 yılında gittiğimiz bir tatilde adını daha önce sıklıkla okuduğum bu koya bir akşam üstü uğrama şansımız olmuştu. Koyun tabelasını gördüğümüzde dayanamayıp atlamış ve zorlu, hiç bitmeyecek sandığımız köy yoluna sapmıştık. Bir süre sonra güneş batıp, telefonlar çekmeyince korku filmini aratmayacak bir karanlık ile karşılaştığımızda vazgeçip geri dönme fikrine sahip olsak da yılmadan devam ettik. 

Kuş uçmaz kervan geçmez bir yer olan Yedi Adalar Köyü'nde bembeyaz duvarlarla örtülü Golden Key Bördübet'i bulduk ve kapıdaki görevlilere otellerini ziyaret etme arzumuzun olduğunu ilettik. Bembeyaz duvarlarla örtülü bu koca yapının önünde yine bembeyaz kıyafetleri ile sessiz sessiz konuşan iki görevli 'misafirlerimizi rahatsız edemeyiz' dediler. Onca dil döksek de kapıdan kafamızı uzatmamıza dahi izin verilmedi. Sonradan okudum ki bu deneyimi yaşayan fazlası ile insan olduğundan yalnız değilmişiz:)

Sonrasında hayata küsmedik elbette biz de küçücük, loş bir ışığın geldiği Club Amazon'a doğru yol aldık, zaten bir kaç km ötede olan bu sıcacık yapı ise lükse inat bir oluşum gibiydi. Kapıda bizi Zeki Bey karşıladı. Şiir gibi ses tonuyla tam otuz dakika tüm kamp alanını gezdirdi. Yaptıkları her bir alanın anlamını zevkle anlattı ve bizi yemeğe bile davet etti. Ancak vakit kısıtlılığı nedeniyle davete icap edemeyip ağzımız açık bir şekilde şükranlarımızı sunarak söz verdik bir daha yeniden gelip kendilerini ziyaret edeceğimize.

Nitekim 3 sene sonra yani 2014 yazında bu güzel anlatımı yaşamak adına 4 gecelik rezervasyon yapmak gibi bir süper bir karar aldık. İzmir'den araba ile Milas üzerinden geze geze vardık koya. Farklı konaklama alternatiflerinin olduğu kamp alanında biz mini bungalovu tercih etmek durumunda kaldık çünkü Amazon fanları hemen tüm diğer seçenekleri kapmıştı:) Diğer seçenekler neler ya da benim anlatımım dışında onlar kendilerini nasıl anlatmış ziyaret etmek isterseniz de hemen buraya tık tık :)

Koy güzel, amazon güzel, club amazon daha da güzel olunca bize tadını çıkarıp huzur içinde 4 gece 5 gün geçirmek düştü ve ayrılırken tüm personel arabamıza kadar uğurladı bizi. Bu bile o kadar çok şey anlattı ki her sene yaz kış konukları olmak istedik.

Öncelikle konaklamanızda hiç bir lüks yok buna değinmekte fayda var, 6 metrekarelik duşu ve tuvaleti hemen arkanızda, odanızın dışında ancak sadece size ait minik bir yapı. Diğer konaklama tercihleri dediğim gibi dolu olduğundan içlerini gezme şansımız olmadı ancak gözümüz de kalmadı. Neden diyecek olursanız zaten sadece 6-7 saatlik uyku için kullandığımız odamızdan herhangi bir beklentimiz de yoktu. Bir minik buzdolabımızın dışında bir de küçük elbise dolabımız, yatağımız vardı o kadar. 

Gelelim yemeklere, her şeyi taze ve el emeği göz nuru olan muhteşem bir açık büfe kalvaltısı, öğle yemeği ve akşam yemeğinin yanı sıra, beşte közde çayı var. Akşam yemeğinde balık çıktığı günü hazırlanmış olan mezelerin tadı hala damağımda desem yalan olmayacaktır. İçecekler ekstra ancak oldukça makul ücretleri olduğu gibi eğer büyük alırsanız kapağını kapatıp saklayıp ertesi gün size sunma gibi mükemmel bir olanakları da var.

Denize girmek için kano kullanabilir ya da yürüyebilirsiniz. Biz yürüme seçeneğini hiç kullanmadık ve küçücük ve inanılmaz güzel kanolarla karetta karettaları da izleyerek gittik denize hep. Şezlonglarınızın yanında kurulmuş dev bir jenga oyun alanı olduğu gibi içecekler de alabileceğiniz minik bir standları var. Koy sadece Club Amazon misafirlerine ait ve çok güzel. Biraz göl gibi olduğunu ve çok berrak olmadığını söylemekte fayda var ancak ağaçların denize paralel uzanıp sizi kucakladığı bu koyda yüzmek çok keyifliydi.


Yakınlarındaki koylara arabanız ya da bisikletinizle ulaşabileceğiniz gibi, makul ücretlerle günlük tekne gezilerine katılmanız da mümkün. Bu güzelliklerin yanı sıra açık havada film izleyebileceğiniz bir alan var, akşam istediğiniz film gösterime girsin diye bir önceki gün konuşabilir, öneriler getirebilirsiniz elbette. Bu konuda da oldukça uzlaşmacı ve cana yakınlar. 

Yine akşamları açık hava yıldız altı piknikleri oluyor ancak maalesef bizim kaldığımız günlerde bu etkinlik yapılmadı, umarım bu yaz ( rezervasyonu yaptık) bu etkinliğe de katılma fırsatını yakalarız.

Bazı sabahlar konakladığımız bungalovun tepesine gelen sincabın güzelliğine tanıklık ettik, çoğu gece ise çevrede hatrı sayılır sayıda olan eşşeklerin sesiyle uyandık ve denize giderken caretta caretta görme şansımız oldu. Dolayısıyla hem ruhumuza, hem midemize, hem bedenimize oldukça cömert davranan bu mekanı biz çok sevdik.

Bir de oldukça güzel bir noktada gün batımı turu yapılıyor, müziğe kendinizi kaptırıp ikramlarla önünüzdeki muhteşem görsel şöleni izleyebiliyorsunuz. Yedi adanın üzerinde batarken güneş tüm ruhunuzu özgür bırakıyorsunuz.





Her sabah köpeğimiz önde biz arkada girdiğimiz restaurantta istisnasız her misafir tarafından güler yüz ve günaydın ile karşılandığımız Club Amazon'da çok güzel ve olgun insanlar tanıdık. Köpeğimizi kendi çocuklarından ayırmayan güzel aileler onunla yüzdü, şarkılar söyledi, oyunlar oynadı. 8 aylık bebekten 10 yaşında çocuğa kadar herkesin fazlası ile doğa sever olduğu bu ortamda saygı ve sevgi herkesin ortak noktasıydı ve o gün bugündür bir gün çocuğumuz olursa tıpkı orada tanıştığımız ebeveynler gibi açık kafalı anne- baba olmak için sözler veriyoruz birbirimize:)





Bu senede bayramda konaklayacak olduğumuz Club Amazon'un akşam yemeklerinde herkesin tek yürek olup söylediği şarkılara kendimizi bırakacağımız o anı sabırsızlıkla bekliyor ve herkese öneriyorum.



Başka bir seyahat plan ve paylaşımında bulunana dek sağlıkla kalın.