İstanbul’a yakın tatil yerleri denildiği zaman ilk akla gelen yerlerdendir yeşili bol, suyu tertemiz Çanakkale. Çanakkale’mizin bakir ve doğası ile şehrin kalabalığını unutturan Gökçeada’ya da aynı kafa ile ilk kez 2015 yılı Haziran ayında geldik ve kendimizi inanılmaz iyi hissettiğimiz bir ada olarak anılarımızın baş köşesinde yerini aldı.
Gökçeada doğa seven, hayvan seven, sükunet seven, trekking seven insanların uğrak yeri, bana kalırsa pazarlamasını Bozcaada gibi yapmamış/yapamamış iyi ki de öyle olmuş. Mekanlarında kuyruk olmayan, kalabalığı yormayan, deniz altı zenginliği ile insanı ayrıca kendine hayran bırakan bir coğrafya.
Son iki yılda Hem Bozcaada hem Gökçeada’ya giden biri olarak ikisinin çok farklı hissiyatlar uyandırdığını söyleyebilirim. Gökçeada da Bozcaada kadar renkli fotoğraf kareleri olmasa da(duvar boyamaları, batık gemisi vs) gözünüze hitap eden doğası kadar cebinize hitap eden fiyatları da kendisini ayrıca sevme sebebiniz olacaktır.
Adaya dair söyleyebileceğim nadir kötü şeylerden biri; İstanbul’dan gelenler özellikle hafta sonu ya da sezonda gelecekseniz maalesef feribot sırasını göze alın ve emin olun ki yakalayacağınızı düşündüğünüz değil bir sonraki feribota ancak binebileceksiniz. Elbette bu durum motoru tercih edecek olanlar için geçerli değil. Feribot iki saatte bir kalkıyor ama özellikle gidiş yolunda beklediğiniz yer Kabatepe Orman Kampı’nın dibi hem görseli çok güzel hem de doğası, bu nedenle feribotu beklerken sinirlenmeyin, bu vakti de değerlendirmeye alıp kendinizi eğlendirmeye bakın benden söylemesi:) Aynı zamanda Yandex Haritalara uyarsanız farklı Google Haritalara uyarsanız farklı bir yoldan götürüyor biz Google Haritaları tercih ettik ve Evreşe’nin içinden geçtik, böylelikle 40 km kestirme bir yoldan gelmiş olduk hem de çok güzel bir kasabayı tanımış görmüş olduk.
Özellikle Evreşe ile Tekirdağ arasındaki yol bozuksa da yine görseli mükemmel. Resmen aşık oldum otların dansına, keçisine, çesmesine. Bir de Evreşe Çarşı’da Has-et diye bir yer var ki sormayın, tam bir aile işletmesi aynı zamanda Tekirdağ’daki köfteciler halt etmiş yanında, işletmeci teyzem oğlunu, eşini almış hem bir mekan yapmış hem işinin başında gülümseyen yüzüyle insanı sıcacık karşılıyor. İki ayran, bir salata, bir porsiyon satır et, bir porsiyon kaşarlı köfteye 32 TL ödedik bu anlamda ayrıca şaşırdım merkezdeki fiyatları bildiğim için. Burada yemek yerken çevremizde dolaşan köpeklerin bakımlı olması ve esnaf tarafından sevilmesi bizi ayrıca inanılmaz mutlu etti.
Evreşe Yolları
Kısaca Yıldızkoy’dan bahsedip Gökçeada ve bu yıl ki çadır maceramızı aktarmaya devam edeceğim.
Yıldızkoy açıkçası sosyal medyada aşırı derecede yankı uyandırdığı ve kendisinden fazlasıyla iyi bahsedildiği için tercih ettiğimiz bir yer olmuştu. Üç hemcinsim işletmecisi vardı ve biri hariç aşırı iticiydiler. Yani burunlarından kıl aldırdıkları yoktu ayrıca sanki bize ev kapılarını açmak mükemmel bir lütufmuş gibi bir tavırları vardı. Kahvaltıya diyeceğimiz yoktu, az ve öz aynı zamanda sağlıklı bir kahvaltı sunumları ve içerikleri olduğu kesin. Aslında ortamı salaş, rahat ve bahçesinde otururken müziğinizi dinleyip doğayla baş başa kalacağınız bir konumu var. Haziran ikinci haftasında gitmemize rağmen suyun soğuk olmasından mütevellit ne biz denize girdik ne de başka kimsenin girdiğini gördük bu nedenle deniz hakkında kendi yorumumu yapmam yanlış olur ancak internette su altı açısından süpersonik bir dünya olduğu yazıyor. Ki su altı milli parkı olarak reklam ve pazarlaması yapılıyor. Bizi bu işletmede aşırı derecede geren ise çadırımızı güneşin altına konumlandırmaları yetmiyormuş gibi bir de gece saat 4’e kadar hiç susmayan müzik performansları. Dolayısıyla Yıldızkoy Arkadia’da kaldığımız iki gece boyunca biz hiç uyumadık. Dahası gece 2 gibi bu müzik susar mı dediğimizde ergen bir oğlanın ‘Burası böyle, insanlar eğleniyor’ gibi bir yanıt vermesi tuzla biberi oldu. Sanki club’ın ortasına çadır atmıştık da orası kamp alanı değil gece klubü olduğu için hatalı olan bizmişiz gibi karşılandı tepkimiz. Kedi, köpekleri vardı ve gerçekten onlara karşı öyle iyi tavırları vardı ki konukları olarak hayvanlara imrendim. Nitekim her ne kadar ortam ve koy güzelse de işletmecilerinden biz haz etmedik. Tam tersi düşünen onlarca insan olabilir ancak gerçek anlamda kamp ve sessizlik yapmak için gidenlerin mutlu olabileceğini sanmıyorum. Belki yaşımız 20 lerin başında olsaydı ya da hareket arıyor olsaydık daha farklı hislerle dönerdik kim bilir.
2016 yılı Ağustos sonunda konakladığımız Gizli Liman ise Uğurlu’dan hemen sonra ve 4-5 tane küçücük işletmelerin olduğu bir yer. İşletme dediysem büyük bir yer canlandırmayın gözünüzde su, çay, limonata içebileceğiniz, patates kızartması, kahvaltı gibi çoğunluğu aperatifler içeren küçücük menüleri olan yerler. Ama bu yerlerin güzelliği bu bakir koyda duş, soyunma kabini ve tuvalet ihtiyaçlarınıza cevap veriyor olması. Uğurlu’ya 5 km olan bu koyda ekmek dahi satılmıyor ve kamp dışında konaklama seçeneğini de bulunmuyor. Bizim gözlemlediğimiz kadarıyla Uğurlu’da pansiyonlarda konaklayanlar ya da apart kiralayanlar bu koya yüzmeye geliyor ancak diğer koylar kadar kalabalık değil. Bunun önemli bi sebebinin ada merkezine 25 km uzaklıkta olması olduğunu düşündük biz, elbette bir de konaklama seçeneğinin kamptan ibaret olması olabilir.
Kamp kurmak istemez iseniz özellikle çocuklu aileler için Son Vapur’u şiddetle tavsiye ederim, ortamı ve işletenleri ile adeta şirinler köyü havası hakim. Bunun dışında Uğurlu pansiyon ya da apartları fiyat olarak sizi sevindirir diye düşünüyorum çünkü çarşıda herhangi birine sorsanız en kötü ihtimalle evinin bir odasını size çok makul bir ücrete kiralayacaktır.
Kamp kuracak olanlar için en büyük artısı çamlıkların altında serin mi serin bir konaklama şansı tanıyor olması diye düşünüyorum. Diğer sahillerin pek fazla yeşil alanı olmadığı için güneşten kavrulurken burada sabaha karşı üşüyebilirsiniz bile.
Gizli Liman’ın bir başka özelliği Türkiye’nin en batı ucu olması; dolayısıyla koyun sonundaki kayalıklara tırmanızsanız çok güzel bir gün batımına tanıklık edebilirsiniz. Yanımızda sucuklarımızı ve içeceklerimizi götürüp kayalıkların ortasında ateş yakarak bir ilke imza atmış olabiliriz; bu teçhizatla gitmeyi akıl ettiğimiz için kendimizi gün sonunda tebrik ettiğimizi de söylemeden edemeyeceğim. Yanımızdaki insanların imrenen bakışlarından sonra şortumun ortadan ikiye ayrılması gibi bir hüsranımız da olmadı değil ama nazar çıktı dedik ve moral bozmadık orası ayrı. Sözün özü kesinlikle yanınıza yiyecek içecek alıp bir saate kadar oturun derim yani hop gidelim iki fotoğraf çekelim geri dönelim diyorsanız hiç zahmet etmeyin çünkü yolu sizi yorar:)
Gün Batımı
Gün Batımı
Gizli Liman’ın denizi biraz soğuk ve çakıl ama yine deniz altı muhteşem görüntülere ev sahipliği yapıyor. Bizim öyle yeteneklerimiz yoksa da yanıbaşımızda sadece 5-6 metre kadar ileride dalıp ahtapot çıkaran bir çok insan gördük ve takdir ettik doğrusu. Dolayısıyla balık tutmak gibi hobileriniz varsa özellikle günü batıcağınız alan olan kayalıklardan sizi mutlu edecek sonuçlar alacağınıza emin olabilirsiniz.
Gökçeada’yı her iki gezdiğimizde de ayrı ayrı mekanları tercih ettik ve bu mekanları/ deneyimleri elbette yazacağım. Ancak en genel anlamıyla şunu söyleyebilirim ki mutfağı sizi asla üzmeyecek. Balıkları, aslında deniz ürünlerinin tamamı, süt ve süt ürünleri, tatlıları, dondurması, kahveleri, reçelleri bizim gibi boğazına düşkün insanlarsanız size adaya tekrar ve tekrar gitmek için en temel sebepler olacaklardır.
Ada aynı zamanda rüzgarı ile meşhur bu nedenle özellikle Aydıncık ( Kefaloz) surf merkezi ve hatta gittiğimiz hafta etkinlikler vardı. Bu arada Aydıncık ( Kefaloz) plajı oldukça büyük ve yine suyu tertemiz çakıl ancak Gizli Liman’a nazaran biraz daha kalabalık. Laz Koyu ve Yıldızkoy; Gizli Liman ve Aydıncık plajlarına nazaran daha küçükse de sularının temizliği sizi üzmeyecektir diye düşünüyorum.
Doğa ve trekking severseniz adanın en güzel yanlarından birinin ise trekking için ideal olması. Hatta bulduğum bir sitede yürüyüş rotaları, km olarak ve zorluk dereceleri olarak öyle güzel anlatılmış ki mutlaka bakın derim. (http://visitgokceada.com/tr/aktiviteler/trekking-hiking-01/) Biz bu rotalardan İsa Tepesi ve Şelaleyi tercih ettik çünkü konakladığımız alanlara yakınlardı. İsa Tepesi’ne çıkarken bir kaç dam gördük ve köylülerle sohbet ettik. Sabah kahvaltıdan önce çıktığımız için keçi sağmaya giden köylülerle karşılaşmış olduk ve onlardan yol konusunda yardım aldık. İyi bir spor ayakkabısının şart olduğu bu rotada sorun ise bol miktarda geven otu olması ve bu otların bacaklarınızı çizmesi. Biraz yokuşlu ve kayalık bir tepe, sonunda ise Uğurlu Limanı’nın manzarası var. Yanımızda köpeğimizin olması ve şort giymiş olmamız bizi üzse de yine de keyif aldık bu rotadan ama düz yol severseniz tercih etmeyin derim. İkinci rota olan Marmaros Şelalesi yolu ise önce 5 km araçla da gidilebilen toprak bir yol, sonrasında ise 3 km ye yakın sadece yürüyebileceğiz bir yoldan oluşan 8 km ye yakın bir parkur. Bana kalırsa bu 5 km yolu araba ile almak daha mantıklı çünkü yürüyüş için çok keyif vereceğini düşünmüyorum, sıklıkla araçlar geçiyor ve aşırı derecede toz oluyor dolayısıyla rahatsız olabilirsiniz. İlk 5 km için bisiklet ayrı bir tercih olabilir ki biz bisikletli gruplar da gördük ancak bu kez de 5 km lik yoldan sonra alacağınız yolda bisiklet süremeyecek olmanız dolayısıyla bir yere bırakmak zorunda kalıyorsunuz. Gerek 5 km yolda gerekse devamındaki yolda şelaleyi bulamayan, geri dönen, ısrarla arayan onlarca insan gördük. Bittabi biz de son 500 metre kala yolun iyice zorlaşması, havanın kararıyor olması, oldukça büyük bir yılan ve parçalanmış keçi görmüş olmamız gibi sebeplerle maalesef şelaleyi göremeden geri döndük. Oldukça eğlendik, yılan bizi biraz germiş olsa da şelalenin akıntısından dolayı birikmiş suyun kenarında sosisimizi kızartıp yemeyi de ihmal etmedik tabii.
Bu arada adayı gezerken aşık olduğum köy eminim bir çok kişinin de gönlünü kazanan Zeytinliköy oldu. Her iki gidişimizde de uğradık bu eski Rum Köyü’ne. Çamaşırhaneleri, tatlı mı tatlı kedileri, hayvansever ve aşırı derecede kibar işletmecilerinin yanı sıra sokak aralarından çıkan bakımlı ve çiçek gibi parfüm kokan yaşlı teyzeleri beni benden aldı. Zaten başı sonu küçücük olan bu köyde sokakların darlığı nedeniyle aracınızı köyün otoparkına ücretsiz park edebilirsiniz. Şarap severseniz yine köyde ev yapımı şarapların çok başarılı olduğunu söyleyemeden edemeyeceğim. Merkezinde bir iki işletme var ki yunan ezgilerini sokaklara yayan ve sizi sizden alan bir atmosfer sunan zaten köye girer girmez aşık oluyorsunuz. Size tavsiyem biraz vakit ayırın ve arka sokaklara, köyün üstüne doğru da yürüyün. Her sokak her ev size farklı bir hikaye sunacaktır. İkinci gidişimizde gün batımına çok az kalmıştı ve akşam yemeğine hazırlanan teyzelerin yaptığı yemek kokuları sokakları sarmıştı, minik bahçeli mavi kapılı bir evin yine o küçücük bahçesinde asılı duran çamaşırların hafif rüzgarda dans ediyor oluşunu izlerken kapı açıldı ve 2-3 yaşlarında sarı saçları göz parlatan bir küçük kız ile babası evden çıktı, o küçük kızın bize bakarken ki çoşkusu bile o anı durdurup masallar diyarına ışınlanmak için yeterli bir sebepti sanki.
Gökçeada Baraj Gölü yine gezerken bir kaç fotoğraf alabileceğiniz güzel bir yer. Bir ağacın gölgesinde oturup bir kahve de içebilirsiniz tabii.
Ada’dan ayrılmadan önce alışveriş için kesinlikle uğramanız gereken yer ise hemen çarşıdaki Ada Rüzgarı ; süt reçeli, sakız reçeli, domates reçeli bizim favorilerimiz ve tabii çeşit çeşit türk kahveleri. Fiyatları normal ve güler yüzlü hizmetleri var adada toplamda 1450 tane keçileri olduğunu söylediklerinde kendilerine duyduğumuz saygı bi kat daha arttı :)
Gelelim Uğrama Fırsatı yakaladığım mekanlara:
Cafe Garaj : Zeytinliköy'de arka bahçesi süper, mekan çalışanları ultra süper bir yer, tatlılarına ya da kahvesine de diyecek yok elbet ancak işletme sahipleri kapıdan girer girmez köpeğimize su açınca ( hem de paket su) zaten otomatik olarak bağladı kendine. Bir de hem 2015 hem de 2016 yılında gidip her iki yılda da aynı olayı farklı kişilerle yaşayınca anladık ki yerin temel felsefesi olmuş bu durum ve bu bizi daha da mutlu etti. Uğramadan geçmeyin derim.
İmroz Poseidon: Ege'de oturduğum en güzel yerlerde ilk üçte diyebilirim; mezeleri, balıkları, gün batımı atmosferi, personelinin güler yüzü ile eğer adaya gidiyorsanız bir akşam paranıza kıyın ve uğrayın derim. Alkol alırsanız, ortaya üç meze, balık vs doya doya yediğinizde ortalama 150 TL hesap ödersiniz ama kuruşu kuruşuna değer. Bu arada mekan Kaleköy'de.
Son Vapur Konukevi: Yine Kaleköy'de kahvaltısı ya da şerbetlerinden tadabileceğiniz bir aile işletmesi, görseli ve atmosferi süper. Aynı zamanda tam kitap okumalık benden söylemesi.
Efi Badem: Türkiye'de yediğim en iyi dondurmaların sahibi. Badem kurabiyesi elbette en meşhuru ama ben dondurması için gittim her iki defasında da.
Madam Evstratia- Cicirya: Zeytinliköy'de akşam üstü gidip eski radyosundan haber dinlerken garsonunun kibarlığı, ortamın doğallığı ile kendinizden geçebilirsiniz. Cicirya'da içi lor peynirden olan hamuru kalın fırında pişen ve ortalama 30 dakika beklemek durumunda olduğunuz çayla süper giden bir tür yiyecek. Pizzanın ev halini ve kalın hamurlusunu düşünün ama fırında uzun süren pişim tekniği dolayısıyla çok lezzetli.
Nusretbey Şarapları: Aşırı asık suratlı bir satıcının olduğu gereksiz bir yer gün batımı için şarap alacaksanız bana kalırsa adadaki süper marketleri ya da Zeytinliköy'deki ev yapımı şarapları deneyin:)
Başka bir seyahat plan ve paylaşımında bulunana dek sağlıkla kalın.
Başka bir seyahat plan ve paylaşımında bulunana dek sağlıkla kalın.
Akıcı bir yazıydı, yaşayarak okudum, yarın gideceğiz tavsiyelerinize uymaya çalışacağız :)
YanıtlaSilGerçekten çok güzel bir yazı olmuş. Tavsiyeleri dikkate alarak bir Gökçeada gezisi gerçekleştireceğiz. Yazının devamını bekliyoruz.
YanıtlaSil