Anne babam Erzincanlı ise de çocukluğumda memlekete gidip
gelmek kardeşlerim ve benim için rutin bir rotadan ibaretti. Bu rutin rotanın
sonu her dem ya Kemah’a ya da Kemah’a 50 km uzaklıktaki köyümüze varıyordu.
Yani sözün özü a dostlar 30 senelik ömrümde 30 defa Erzincan’a gidip geldiysem
en fazla üçünde Erzincan’ın merkezini görmüşümdür. İşte tam da bu nedenle
büyürken Doğu ya da Güneydoğu Anadolu’nun beni çok da cezbettiğini söyleyemem.
Benim nezdimde Doğu; Kemah ve köyden yani içinde yeşillik barındırmayan,
dışarıdan gelenin de pek hoş karşılanmadığı ve dahi biraz daha haddimizi aşacak
olursak yobazların olduğu bir bölgeden ibaretti.
Ama bir gün tam da Fener- Balat rotasında hiç bitmeyen
hayallerimize bir yenisini daha ekledi canım arkadaşım Nil; ‘Mardin’e gitsek ya
tez zamanda diyerek’. Birkaç ay geçti geçmedi Pegasus’un indirimini görünce
dayanamayan ben 03-07 Haziran 2015 tarihleri arasına aldım biletlerimizi.
Sırası gelmişken sıkça soru- sorgulanma arasında sorulan-sorgulanan- ‘bütçe’
sorunsalımızı biletlerimizi 5-6 ay öncesinde alıp, konaklamayı da 2 ay kala
ayarlayarak oldukça düşük maliyetler sayesinde kısmen çözdüğümü belirtmem
faydalı olacaktır diye düşünüyorum. Diyeceğim o ki sabit maaş alan ve
bir çok borç kalemi olan bu iki kişinin seyahatlerinin ‘fazla’ olmasının en
büyük sırrı fazlası ile erkenden yapılan planlardır efendim.
Örneğin bu yolculuğun biletini yine 5 ay öncesinde aldığım
için kişi başı gidiş dönüş 145 TL ödedik. Avrupa yakasında oturduğumuz ve
Pegasus’un Sabiha Gökçen hareketli uçaklarına bilet aldığımız için çok zorluk
yaşayıp yaşamadığımız da sıklıkla sorulur. Tabii metrobüs- metro ile 25 dakika
süren Atatürk Havaalanı seçeneğini eleyip Sabiha Gökçen’e Uzunçayır’a kadar Metrobüs
sonrasında ise otobüs ile gidince 2 saatten fazla vakit alıyor her şeyden önce
ama söz konusu ‘kar etmek’ ise buna değer diye düşünüyorum :)
İşte bizim EKİP :)
Mardin biletimiz sabah 06:35 ‘te olduğundan biz gece gitmeyi tercih ettik havaalanına. Saat 2.30 gibi havaalanındaydık ve oturacak yerden ziyade ayakta duracak bir yer bile yoktu. Bizde köpeğimizle bizi kabul eden Kahve Dünyası’nda aldık soluğu. Gece gece soğuk sandwichlerimizi yiyip, kahvemizi içtikten sonra ise check-in saatine kadar bir güzel uyuduk.
Mardin’e gitmeden önce özellikle benim çevremdeki kişiler tarafından 4 günün çok fazla olduğu ve 1 ya da 2
gece konaklama ile her yeri gezeceğimiz söylenmişse de çok kulak asmadık, iyi
ki de öyle yapmışız. Güzel bir rota çizip doyasıya gezdik ve dahi bence vaktiniz
varsa bu şehrin hakkı bir haftadır derim. Konaklama için Eski Mardin en ideal
yer, zira Mardin Eski ve Yeni Mardin olarak ikiye ayrılıyor ve Yeni Mardin’in
herhangi bir Büyükşehir’den farkı yok hem beton binaları hem yemekleri açısından. Eski Mardin ise tüm tarihi size cömertçe sunmanın yanı sıra
çarşısındaki insanların sıcaklığı ile apayrı bir deneyim için sizi bekliyor.
Bu arada Barcelona deneyimimizden sonra nereye gidecek olsam önce
Airbnb yoklar oldum. Yalan yok benim bile aklıma gelmezdi Mardin’de bir airbnb evinde konaklayacağım ama olmaz olmaz demeyin bence sizde mutlaka deneyin. Nil daha
önce kısa süreli de olsa Mardin’e gittiğinden konaklamayı konaklardan birinde
yapabileceğimizi söyledi ben ise airbnb evinde ısrarcı oldum ve seyahatin
sonunda her ikimizde bu tercihimizden son derece memnun kaldık. ‘iyi ki’lerimiz
arasında yer aldı. Konakladığımız yer 200 yıllık tarihi olan ve Eski Mardin’de
yer alan çok özel bir mekandı. Ev sahibemiz Emel ise dünya tatlısı biri. O
kadar ki gözü gibi baktığı 5 yavrulu kedisi olduğu halde bana güvenerek
köpeğimle birlikte bizi konuk etti. Konaklama esnasında onu ya da minikleri
üzecek hamlesi olmadı bizim kızın ama yine de pek çok evden önyargı nedeniyle
red aldığım da oluyor maalesef.



Güzel evimizden kareler



Güzel evimizden kareler
Konaklama için booking de arama yaptığınızda karşınıza ilk
üçte çıkan konakların hepsinde de bir arkadaşım daha önce kalmış. Biz de Mardin
gezimiz süresince bazı otellerin restaurant bölümünde oturduk, bazılarını rica edip
gezdik ve hem arkadaşlarımın hem de benim görüşüm ev seçeneği çok daha temiz,
güvenli ve mistik bir seçenek. Özellikle bizim gibi iki kız ya da kız grubu olarak gidecek
iseniz belki de en mutlak seçenek diyebilirim. Emel tüm konularda bize yardımcı
olduğu gibi bir sabah hazırladığı mis gibi kahvaltıyla hem gözümüzü hem de
gönlümüzü doyurdu sağ olsun.
Hava alanından iner inmez yerli birkaç kişiye taksi dışında
bir seçeneğimizin olup olmadığını sorduk. Yerel taksiciler pazarlığa bağlı
olarak 50 ila 70 TL arası ücret alırken biz hava alanı çıkışına 5 dk yürüme
mesafesindeki Kızıltepe minibüsüne 3 TL, sonrasında aktarma yaptığı çarşı
minibüsüne 1.5 TL yani toplamda kişi başı 4.5 TL vererek Eski Mardin'e ulaştık.
Uçağımız rötarsız ve erken saatte indiği için ise ev sahiplerimizi rahatsız
etmemek adına kahvaltımızı dışarıda yaptık.
Delmar Cafe& Bar’ı yine ev sahibemizin önerisi ile tercih ettik. İki
kişilik serpme kahvaltı istedik ama gelen kahvaltı ile 15 kişi doyardı diyebilirim. Onun için siz siz
olun daha başlangıçta bu kadar hızlı bir giriş yapmayın derim:) Mardin çok titiz
insanların bulunduğu bir şehir değil o nedenle mekanın da süper temiz olduğunu
söyleyemeyeceğim ama kahvaltısı hem doyurucu hem de çok çeşitliydi. İki kişi
toplamda 40 TL ödedik.
Eski Mardin’in en zorlu tarafı valizleriniz ile ara
sokaklarda yol almak ama sokakta oynayan çocuklar tüm içtenlikleri ile bu
konuda da imdadımıza yetişti. Kahvaltı yaptığımız yere 5-6 dakika
mesafede olan evimizin yolunu bulurken de aynı özveriyi sergilediler.
Saat 12:00 gibi evimizdeydik. Güzel evimize buradan hızlıca ulaşıp odasında ve özellikle banyosunda gezin derim. Eve girer girmez Emel ve eşi Can bizi on yıllardır tanıdığımız insan sıcaklığı ile karşıladılar ve Emel bütün içtenliği ile terlik bile verdi bize. O an bir defa daha anladım ne kadar doğru bir yolda olduğumuzu :)
Valizleri açmaca, yerleşmece, evi keşfetmece derken büyük kahvaltımız ve uzun olmasa da uykusuz yolculuğumuz sonunda bir güzel şekerleme yaptık. Akşam üstü uyandığımızda ise Eski Mardin'in çarşısını gezdik.
Çarşı'da hangi dükkana girerseniz her yüzü sanki daha önce görmüş gibi hissedebilirsiniz herkes sizi büyük bir gülümseme ile karşılıyor çünkü. Bir bakır ustasının dükkanında çay içtik, sohbet ettik ve bizi iki gün boyunca Mardin'i gezdirmesi için toplamda 350 TL'ye anlaştık. Bu kısım tamamen size kalmış. İster gruplar halinde kısa ve yakın turlar, ister taksi, ister araç kiralama. Biz Emel'in taksicisinden, çarşıda tanıştığımız iki güzel öğretmenin tanıdığı bir taksiciden, benim daha önce bir arkadaşımdan numarasını aldığım taksiciden fiyatlar aldık ama iki gün ve iki kişilik bir tur için 350 TL en avantajlı tercih gibi geldi. Araba kiralamak bir başka seçenek olsa da çevreyi bilen biri- birileri ile gezmek hem daha güvenli hem de daha keyifli.
Eski Mardin ve balım
Çarşıda turladıktan sonra Kebapçı Yusuf Usta'da yemeğimizi yedik ve evimize çok yakın olan Merlin Konağı'nda inanılmaz güzel müzikler eşliğinde çaylarımızı içtik. Yusuf Usta'da yediğim kebaplar sonrasında hayatımda hiç bir zaman kebap yemediğimi anlamış bulunmakla birlikte garsonların süper iyi niyetli olduğu bu yerde ahçının köpeğime özel baharatsız ciğer kavurması son noktaydı. Mardin'de daha önce muhtemelen hiç bir zaman Jack Russell bulunmadığından ve belki de bundan sonra da bulunmayacağından tüm halk kızıma ayrı ilgi ve sevgi göstermişse de Yusuf Usta'nın yapmış olduğu jest bizi gerçekten çok sevindirdi. Merlin Konağı'nın açık alanında sohbetimize çalan güzel müzikler eşlik etti ve biz bu mekanı da sevdik. Lakin yine aynı mekanda canlı müziğe gitmeme ya da konaklama yapmama konusunda çokça uyarı aldık, sebebini hala anlamış değilim.
Ertesi gün erkenden uyandık ve Şahmeran Bakır İşleme ve El Sanatları'nın sahibi Yusuf ile buluştuk. Dükkana girer girmez babası, amca oğlu bize tüm içtenlikleri ile hazırladıkları masada çay ve kahvaltı ikramlarında bulundular. Elbette kızımı da unutmadılar ve elleri ile beslediler.
Güzel Savur Yolu
O gün Savur ve Kıllıt( Dereiçi ) Köyü'nü gezdik. Savur yemyeşil ve son derece güzel çay bahçelerinin olduğu Mardin'in bir ilçesi, ilçe içinde tarihi yerler var ama bizim çevreyi gezdikten sonra uğradığımız Barış Cafe ve Çay Bahçesi'nde yediğimiz içtiğimiz her şey dünyaya bedeldi. O gün hem yollarda bulduğumuz her ağacın altında oturduk, hem gönlümüzce fotoğraflar çekildik hem de Savur'un içinden geçen derenin içine oturtulmuş masalarda saatlerce dinlendik. Hayatımda yediğim en lezzetli balık ve eti tattım ve keçi sütünden yapılmış ayran kelimelerin ifade edemeyeceği kadar özeldi :)
Savur'da huzur bulan biz
Savur sonrası Kıllıt ( Dereiçi ) Köyü'ne uğradık. Bir Süryani Köyü olan bu yerde de pek çok yeri gezdik ama yanımızda köpek olduğu köyde de büyük köpeklerin olması dolayısıyla uzun süreli kalamadık. Köye dair bilgiye buradan ulaşabilirsiniz. Ama yolunuz Mardin'e düşerse bizden çok daha fazla zaman ayırın derim.
Kıllit Köyü
Ertesi gün rotamız daha uzun ve yorucu oldu. Sabah erkenden kahvaltımızı bu kez çarşıda Atilla Çay Parkı'nda yaptık. Bizi kırmayıp zeytin, peynir bile bulup açmalarımızın yanına eklediler. Deyrulzafaran Manastırı'na bir saatten fazla ayırdık ve güzel atmosferi bizi büyüledi. Abuna Gabriel Akkurt bizi kendisi gezdirdi ve eğlenceli sohbeti, misafirperverliği ile hayatımıza güzel anılar kattı.
Manastır hakkında detaylı bilgi için yine http://www.deyrulzafaran.com.tr/deyrulzafaran-manastiri-tarihce adresi ziyaret edilebilir.
Deyrulzafaran
Sonrasında biraz daha uzun bir yol bekliyordu bizi ve Dara Antik Kent'ine uğradık. Maalesef yeterince ilginin ve güvenliğin sağlandığını düşünmediğim Dara Antik Kenti beni kendisine hayran bıraktı. Çok mistik bir havası vardı, özellikle sonrasında gezdiğimiz zindan tüylerimi diken diken etti. Gezi sonrası Zindan'ın arka bahçesinde kahvemizi içmeyi de ihmal etmedik. Dara hakkında daha fazla bilgi için tık tık ve hatta bir de güzel bir görsel video için buyrunuz.
Yazılarımda da tıpkı konuşurken olduğu gibi fazlaca detay ve yorum vermeye çalıştığım için bari tarih kısmını başka ve benden çok daha fazla bilgi vereceğine inandığım sitelere yönledireyim istiyorum. Aksi halde yazılarımın çok uzun ve sıkıcı olmasından da korkmuyor değilim :)
Bu küçücük ara bilgilendirmenin ardından gezimize bir doğa harikası olan Beyazsu ile devam edelim öyleyse. Evet rotamız belki rutin Mardin turlarının dışında olmuş olabilir bunun en önemli sebebi yerli biri ile gezmekti ve yukarıda da söylediğim gibi kesinlikle siz de böyle yapmalısınız. Beyazsu gümbür gümbür suların aktığı bir piknik alanı gibi düşünülebilir. Ama atmosferi, akan suyun temizliği, debisi gerçekten muhteşemdi. Yusuf ikinci günümüze gezinin bu rotasına kadar eşi ve çocuklarını da bizim ısrarımız ile katmış olduğu için pikniğimiz fazlası ile keyifli ve dahası bol ikramlı idi.
Bir sonraki rotamız Hasankeyfti. Gazetelerde, TV lerde gördüğüm, tartışması bol bu yer beni hüznü ile, sadece görüntüsünün güzelliği değil içinde barındırdığı hikayeler ile, öylesine kendisine hayran bıraktı ki kalesinde içtiğim kahve değil sadece gördüğüm çocukların yüreğimde bıraktığı yumru da sadece anlatılmaz yaşanırdı. Sanırım binlerce insan toplanıp anlatsa ya da yüzlerce video izlesem asla anlayamazdım ne halkını ne de toprağının insana kattığı acıyı. Kaleye doğru tırmanırken gördüğümüz ailelerin tek odalı klübeye benzer evlerinde su dahi yoktu. Bu tarih yok olacak dediğimizde 'bizim musluklu bir lavabomuz olacak' şeklinde cevaplar aldık. Çocuklar hasta, oyuncaklar kırık, gözler yaşlıydı. Kime ne desem bilemedim kendimi anlattıkları öykülere verdim. Biri her yıl aynı yerde kendine yuva kuran turna kuşunun eşini vurmuş ve eşini kaybedince bir yıl küsüp gelmemiş güzel kuş bu kente ta ki kendine yeni bir eş bulana kadar. Kimdi o cani bunu neden yaptı bilinmez ama insandan başka canavar olmadığı bir kere daha teyit ettim.

Hasankeyf'te canım kızımla :)
Dicle Nehri'nin kenarında karpuzumuzu çocuklarla paylaştıktan sonra Midyat'a doğru yol aldık. Elbette gün battığı için detaylı bir şekilde gezemedik ve meşhur Konuk Evi'ne yalvar yakar girebildik ama çarşısında beraberce yürüdüğümüz ve mahallede bizi evlerine konuk eden çocuklar sayesinde bir defa yolumuzun düşmesi için söz verdik birbirimize. Yoksulluğun hakim olduğu daracık Midyat'ta beş ayrı kültür hüküm sürüyor ve herkes birbirine karşı saygıda kusur etmemek adına elinden gelenin fazlasını yapıyordu. Evlerden gelen loş ışıklar her ne kadar bizlere mistik gelse de çoğu aile 10 kişi ile 2 odalı bu evlerde yaşıyordu. Kızlar okuyamıyor, anneler avlularda pişirdiği ekmekleri satarak çocuklarına erzaklar almaya çalışıyordu.
Akşam evimize geldiğimizde saat oldukça geç olmuş ve biz gerçekten çok yorulmuştuk, doğruca çarşıya gidip alışverişimizi yaptıktan sonra ertesi gün erkenden gidecek olduğumuz havaalanı yolunu öğrenip bir güzel uyuduk.
Araba ile gezimizin dışında evimizin Eski Mardin'de olması ve dahi Hatuniye Medresesi'nin dut ağaçlarının altındaki sokakta olması dolayısıyla elebette çarşıdaki tüm medreseleri ve tarihi yapıları gezdik ve hemen hemen her yerde birşeyler tatmaya çalıştık. Çarşıda bir çok güzel insan ve ailelerle karşılaştık, konaklarda sürekli birşeyler atıştırdık.
Çarşıdaki kuyumculardan takılarımızı, kahvecilerden kahvelerimizi, kuruyemiş, baharat, bakır alışverişimizi ihmal etmedik, süryani şaraplarını denedik.
Mardin gezimizin tadı damağımda kaldı ve sanırım öyle bir zamanda gittik ki ülkemizin içinde bulunduğu durumu düşündüğümde en az 5 sene bir daha gidebileceğimizi maalesef düşünmüyorum.
Son olarak şunu belirtmek isterim ki hayatınızda yiyip yiyebileceğiniz en güzel kebapların olduğu bu kentte yediğimiz her şey inanılmaz lezzetliydi. En çok tavsiye edilen yerler ise: Kebapçı Rıdo, Baghdadi, Maridin Otel Terası idi.
Maridin Otel Terası
Üzerinden biraz zaman geçtiği için emin olamadım umarım hakkını vererek yazabilmişimdir.
Bol gezmeli günler dilerim.
Saat 12:00 gibi evimizdeydik. Güzel evimize buradan hızlıca ulaşıp odasında ve özellikle banyosunda gezin derim. Eve girer girmez Emel ve eşi Can bizi on yıllardır tanıdığımız insan sıcaklığı ile karşıladılar ve Emel bütün içtenliği ile terlik bile verdi bize. O an bir defa daha anladım ne kadar doğru bir yolda olduğumuzu :)
Valizleri açmaca, yerleşmece, evi keşfetmece derken büyük kahvaltımız ve uzun olmasa da uykusuz yolculuğumuz sonunda bir güzel şekerleme yaptık. Akşam üstü uyandığımızda ise Eski Mardin'in çarşısını gezdik.
Çarşı'da hangi dükkana girerseniz her yüzü sanki daha önce görmüş gibi hissedebilirsiniz herkes sizi büyük bir gülümseme ile karşılıyor çünkü. Bir bakır ustasının dükkanında çay içtik, sohbet ettik ve bizi iki gün boyunca Mardin'i gezdirmesi için toplamda 350 TL'ye anlaştık. Bu kısım tamamen size kalmış. İster gruplar halinde kısa ve yakın turlar, ister taksi, ister araç kiralama. Biz Emel'in taksicisinden, çarşıda tanıştığımız iki güzel öğretmenin tanıdığı bir taksiciden, benim daha önce bir arkadaşımdan numarasını aldığım taksiciden fiyatlar aldık ama iki gün ve iki kişilik bir tur için 350 TL en avantajlı tercih gibi geldi. Araba kiralamak bir başka seçenek olsa da çevreyi bilen biri- birileri ile gezmek hem daha güvenli hem de daha keyifli.
Eski Mardin ve balım
Çarşıda turladıktan sonra Kebapçı Yusuf Usta'da yemeğimizi yedik ve evimize çok yakın olan Merlin Konağı'nda inanılmaz güzel müzikler eşliğinde çaylarımızı içtik. Yusuf Usta'da yediğim kebaplar sonrasında hayatımda hiç bir zaman kebap yemediğimi anlamış bulunmakla birlikte garsonların süper iyi niyetli olduğu bu yerde ahçının köpeğime özel baharatsız ciğer kavurması son noktaydı. Mardin'de daha önce muhtemelen hiç bir zaman Jack Russell bulunmadığından ve belki de bundan sonra da bulunmayacağından tüm halk kızıma ayrı ilgi ve sevgi göstermişse de Yusuf Usta'nın yapmış olduğu jest bizi gerçekten çok sevindirdi. Merlin Konağı'nın açık alanında sohbetimize çalan güzel müzikler eşlik etti ve biz bu mekanı da sevdik. Lakin yine aynı mekanda canlı müziğe gitmeme ya da konaklama yapmama konusunda çokça uyarı aldık, sebebini hala anlamış değilim.
Ertesi gün erkenden uyandık ve Şahmeran Bakır İşleme ve El Sanatları'nın sahibi Yusuf ile buluştuk. Dükkana girer girmez babası, amca oğlu bize tüm içtenlikleri ile hazırladıkları masada çay ve kahvaltı ikramlarında bulundular. Elbette kızımı da unutmadılar ve elleri ile beslediler.
Güzel Savur Yolu
O gün Savur ve Kıllıt( Dereiçi ) Köyü'nü gezdik. Savur yemyeşil ve son derece güzel çay bahçelerinin olduğu Mardin'in bir ilçesi, ilçe içinde tarihi yerler var ama bizim çevreyi gezdikten sonra uğradığımız Barış Cafe ve Çay Bahçesi'nde yediğimiz içtiğimiz her şey dünyaya bedeldi. O gün hem yollarda bulduğumuz her ağacın altında oturduk, hem gönlümüzce fotoğraflar çekildik hem de Savur'un içinden geçen derenin içine oturtulmuş masalarda saatlerce dinlendik. Hayatımda yediğim en lezzetli balık ve eti tattım ve keçi sütünden yapılmış ayran kelimelerin ifade edemeyeceği kadar özeldi :)
Savur'da huzur bulan biz
Savur sonrası Kıllıt ( Dereiçi ) Köyü'ne uğradık. Bir Süryani Köyü olan bu yerde de pek çok yeri gezdik ama yanımızda köpek olduğu köyde de büyük köpeklerin olması dolayısıyla uzun süreli kalamadık. Köye dair bilgiye buradan ulaşabilirsiniz. Ama yolunuz Mardin'e düşerse bizden çok daha fazla zaman ayırın derim.
Kıllit Köyü
Ertesi gün rotamız daha uzun ve yorucu oldu. Sabah erkenden kahvaltımızı bu kez çarşıda Atilla Çay Parkı'nda yaptık. Bizi kırmayıp zeytin, peynir bile bulup açmalarımızın yanına eklediler. Deyrulzafaran Manastırı'na bir saatten fazla ayırdık ve güzel atmosferi bizi büyüledi. Abuna Gabriel Akkurt bizi kendisi gezdirdi ve eğlenceli sohbeti, misafirperverliği ile hayatımıza güzel anılar kattı.
Manastır hakkında detaylı bilgi için yine http://www.deyrulzafaran.com.tr/deyrulzafaran-manastiri-tarihce adresi ziyaret edilebilir.
Deyrulzafaran
Sonrasında biraz daha uzun bir yol bekliyordu bizi ve Dara Antik Kent'ine uğradık. Maalesef yeterince ilginin ve güvenliğin sağlandığını düşünmediğim Dara Antik Kenti beni kendisine hayran bıraktı. Çok mistik bir havası vardı, özellikle sonrasında gezdiğimiz zindan tüylerimi diken diken etti. Gezi sonrası Zindan'ın arka bahçesinde kahvemizi içmeyi de ihmal etmedik. Dara hakkında daha fazla bilgi için tık tık ve hatta bir de güzel bir görsel video için buyrunuz.
Yazılarımda da tıpkı konuşurken olduğu gibi fazlaca detay ve yorum vermeye çalıştığım için bari tarih kısmını başka ve benden çok daha fazla bilgi vereceğine inandığım sitelere yönledireyim istiyorum. Aksi halde yazılarımın çok uzun ve sıkıcı olmasından da korkmuyor değilim :)
Bu küçücük ara bilgilendirmenin ardından gezimize bir doğa harikası olan Beyazsu ile devam edelim öyleyse. Evet rotamız belki rutin Mardin turlarının dışında olmuş olabilir bunun en önemli sebebi yerli biri ile gezmekti ve yukarıda da söylediğim gibi kesinlikle siz de böyle yapmalısınız. Beyazsu gümbür gümbür suların aktığı bir piknik alanı gibi düşünülebilir. Ama atmosferi, akan suyun temizliği, debisi gerçekten muhteşemdi. Yusuf ikinci günümüze gezinin bu rotasına kadar eşi ve çocuklarını da bizim ısrarımız ile katmış olduğu için pikniğimiz fazlası ile keyifli ve dahası bol ikramlı idi.
Bir sonraki rotamız Hasankeyfti. Gazetelerde, TV lerde gördüğüm, tartışması bol bu yer beni hüznü ile, sadece görüntüsünün güzelliği değil içinde barındırdığı hikayeler ile, öylesine kendisine hayran bıraktı ki kalesinde içtiğim kahve değil sadece gördüğüm çocukların yüreğimde bıraktığı yumru da sadece anlatılmaz yaşanırdı. Sanırım binlerce insan toplanıp anlatsa ya da yüzlerce video izlesem asla anlayamazdım ne halkını ne de toprağının insana kattığı acıyı. Kaleye doğru tırmanırken gördüğümüz ailelerin tek odalı klübeye benzer evlerinde su dahi yoktu. Bu tarih yok olacak dediğimizde 'bizim musluklu bir lavabomuz olacak' şeklinde cevaplar aldık. Çocuklar hasta, oyuncaklar kırık, gözler yaşlıydı. Kime ne desem bilemedim kendimi anlattıkları öykülere verdim. Biri her yıl aynı yerde kendine yuva kuran turna kuşunun eşini vurmuş ve eşini kaybedince bir yıl küsüp gelmemiş güzel kuş bu kente ta ki kendine yeni bir eş bulana kadar. Kimdi o cani bunu neden yaptı bilinmez ama insandan başka canavar olmadığı bir kere daha teyit ettim.

Hasankeyf'te canım kızımla :)
Dicle Nehri'nin kenarında karpuzumuzu çocuklarla paylaştıktan sonra Midyat'a doğru yol aldık. Elbette gün battığı için detaylı bir şekilde gezemedik ve meşhur Konuk Evi'ne yalvar yakar girebildik ama çarşısında beraberce yürüdüğümüz ve mahallede bizi evlerine konuk eden çocuklar sayesinde bir defa yolumuzun düşmesi için söz verdik birbirimize. Yoksulluğun hakim olduğu daracık Midyat'ta beş ayrı kültür hüküm sürüyor ve herkes birbirine karşı saygıda kusur etmemek adına elinden gelenin fazlasını yapıyordu. Evlerden gelen loş ışıklar her ne kadar bizlere mistik gelse de çoğu aile 10 kişi ile 2 odalı bu evlerde yaşıyordu. Kızlar okuyamıyor, anneler avlularda pişirdiği ekmekleri satarak çocuklarına erzaklar almaya çalışıyordu.
Akşam evimize geldiğimizde saat oldukça geç olmuş ve biz gerçekten çok yorulmuştuk, doğruca çarşıya gidip alışverişimizi yaptıktan sonra ertesi gün erkenden gidecek olduğumuz havaalanı yolunu öğrenip bir güzel uyuduk.
Araba ile gezimizin dışında evimizin Eski Mardin'de olması ve dahi Hatuniye Medresesi'nin dut ağaçlarının altındaki sokakta olması dolayısıyla elebette çarşıdaki tüm medreseleri ve tarihi yapıları gezdik ve hemen hemen her yerde birşeyler tatmaya çalıştık. Çarşıda bir çok güzel insan ve ailelerle karşılaştık, konaklarda sürekli birşeyler atıştırdık.
Çarşıdaki kuyumculardan takılarımızı, kahvecilerden kahvelerimizi, kuruyemiş, baharat, bakır alışverişimizi ihmal etmedik, süryani şaraplarını denedik.
Mardin gezimizin tadı damağımda kaldı ve sanırım öyle bir zamanda gittik ki ülkemizin içinde bulunduğu durumu düşündüğümde en az 5 sene bir daha gidebileceğimizi maalesef düşünmüyorum.
Son olarak şunu belirtmek isterim ki hayatınızda yiyip yiyebileceğiniz en güzel kebapların olduğu bu kentte yediğimiz her şey inanılmaz lezzetliydi. En çok tavsiye edilen yerler ise: Kebapçı Rıdo, Baghdadi, Maridin Otel Terası idi.
Maridin Otel Terası
Üzerinden biraz zaman geçtiği için emin olamadım umarım hakkını vererek yazabilmişimdir.
Bol gezmeli günler dilerim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder