6 Mayıs 2019 Pazartesi

Bebekle Tiflis Seyahati , Tiflis'e Neden Gidilir - Neden Gidilmez!









Dövzideki kur artışları malum, insan her kadar uçak firmalarının indirimlerinden faydalanmak istese de ne zamanki ‘satın al’ tuşuna basmak üzere oluyor o zaman iç ses ‘yapma’ diyor.
Bu sebeple rota hep ülkemize göre nispeten daha uygun ( ki artık böyle bir ülke de kalmadı pek ama) ülkelere doğru kayıyor son dönemde.
Peki Tiflis’e neden gidilir, neden gidilmez, özellikle bebekle artıları ve eksileri nelerdir?


Tiflis’e neden gidilir:

-          Yakın ( İstanbul’dan Uçak ile giderken 2 saat dönerken 2 saat 15 dk)
-          Para birimi olan Lari USD ya da EURO ya göre daha avantajlı. 2019 Mayıs kuru ile 1 Lari : 2,10 TL.
-          Yemekleri ve yaşam tarzı ülkemize göre çok farklı değil bu sebeple adaptasyon sorunu olmuyor ( elbette bizden çok daha geride ancak insanlar aynı kafada denilebilir)
-          Kısa zamanda gezilebilir. Sadece Tiflis için 2 gün yeterli ancak daha uzun sürede çevre şehirler de görülebilir.
-          2 günlük bir hafta sonu tatiline bir çok şey sığdırılabilir çünkü her yer birbirine yakın ve ulaşım kolay.
-          Şehir içi ulaşım çok ucuz. ( Her yer 0.5 Lari yani 1 TL)
-          Şehir içi parkları güzel ve beklenti çok yüksek olmayınca insanı mutlu ediyor.
-          Biz Umay ile zorlanıp her katedral, kilise ya da müzesi göremesek de tarih olarak size güzel bir görsel şölen sunan bir kent.



Tiflis’e neden gidilmez:

-          Çok hijyen olduğu söyleyenemez. Düzenli ve yeni nesil hoş mekanları yok değil elbette ancak şehrin genelinde eski ve bakımsız bir hal var.
-          Güzel ve isim yapmış mekanları resmen paraya doymuş ve rezervasyonsuz almıyor. İşin ilginç yanı rezervasyon da öyle 3-5 gün önceden değil çok çok önceden yapılıyor.
-          Çocuk dostu bir şehir değil her yer alt geçit, her yer merdiven! Restaurantlarda da çocuklara pek bayılmıyorlar J Zaten etrafta çocuk yok ilginç bir şekilde.
-          Trafik berbat, hem sağdan hem de soldan araba kullanımı var ve ana caddelerde çok hızlı araba kullanımı var. Alt geçitler bir o kadar bakımsız ve seyrek. Caddelerde karşıdan karşıya geçmek için ışık yok.
-          Gidilmemesi için bir sebep değilse de her yerde bahar ayında gezilesi yazılmış ancak bence bahar çok riskli çünkü bazı günler evden çıkamayacağınız kadar yağmur yağabiliyor.

3 Mart 2019 Pazar

Bebek / Çocukla İstanbul'da Yapılacak Hafta Sonu Aktivitesi Swimlabs Türkiye Yüzme Okulu

  

Günümüz anneleri olarak bir çoğumuz birbirimizden de etkilenerek bebeğimiz için en iyisini yapma gayreti içine girerken bir yandan da farklı arayışlara giriyoruz. Çocuğumu nasıl daha iyi yetiştirebilirim, ona daha çok fayda sağlayan aktiviteler nelerdir, kaliteli vakit geçirmek için neler yapmalı gibi sorular beynimizi kemirirken internet başına geçip Google'a danışıyor ya da takip ettiğimiz sosyal medya hesaplarından etkilenip kendimizi hemen herhangi bir konuda araştırma yaparken buluyoruz.



Umay henüz 17 aylık, yakında 1.5 yaşına girecek. Gerek hamileyken gerekse doğumdan sonra onun adına en çok istediğim şey her zaman hobileri olan bir birey olması. Hobisi olan bireyin daha mutlu olduğu ve hayatta her zaman amaç/hedeflerinin olduğunu düşünmüşümdür hep. Dürüst olmak gerekirse 2.5 yaşına kadar masa başı aktivitelerine dahil edip zaten aşırı uzun olacak olan okul eğitimine hızlı bir giriş yapmasını da istemiyorum. Hal böyle olunca bedenen dahil olabileceği etkinliklerden küçük yaşta en çok seveceğinin suyun da rahatlatıcı etkisinden yola çıkarak yüzme olacağına kanaat getirdim kendimce.

Tüm bu fikirlerle ilk etapta 3 aylıkken Bluuh Baby Spa'yı denemiştik. Görüşlerimi buraya yazmıştım. Sonrasında biraz daha bekleyip daha büyük bir havuzda deneyim kazanmak istedik. Ben de bir instagram hesabında gördüğüm Swimlabs'e gitmeye karar verdim. En kötü deneme dersini alır kayıt olmazdık.



Öncelikle Swimlabs'in tek bir yeri var o da Etiler de Mustafa Kemal Paşa Kültür Merkezi'nin içinde. Yerin ücretsiz otoparkı var ve konumu havuz sonrasında gezmek için de çok uygun ve güzel. Kültür Merkezi sakin ve yine aynı şekilde Swimlabs'in içi de çok sessiz ve sakin. Dersler 30 dk sürüyor. Deneme dersi gittiğimiz dönem olan Mayıs 2018 de 150 TL idi eğer kayıt olursanız bu ders ücretsiz. Kayıtlar ise ebeveynli özel ders, ebeveynli grup dersi, 3 yaştan sonra ise isterseniz ebeveynsiz gruplara dahil olmanıza göre farklı fiyatlandırmalara sahip. Çok genel hatlarıyla mekandan bahsedecek olursam girişte çocukların oynayacağı puzzle, oyuncak gibi aktivitelerin de olduğu bekleme salonu var. Bayanlar ve erkekler için duşların ve lavaboların olduğu tuvaletler bir de 3 ayrı 5-6 metrekarelik havuz. Bu havuzların içinde kameralar var ve performans için gidenler de var. Aynı zamanda bazı derslerde hocalar go pro ile girip eğlenceli görüntüler de elde edebiliyor.

Biz Umay 8 aylıkken deneme dersine girdik. Umay çok uyumlu ve sakindi, dersi bir başka bebekle aldık ve diğer bebek de çok uyumluydu. Farklı bir deneyim olduğuna kanaat getirdik ve 4 haftalık programa dahil olduk. Her hafta ctesi saat 11:30 da dersimiz vardı. Bir defa daha gittik bu kez grubumuzdaki diğer çocuk pek havuza girmek istemedi ve neredeyse havuz bize kaldı denilebilir. Umay'ın ayaklarını çırpıp suyu sevmesini sağlamanın yanı sıra ağzını da hafiften suya sokuyorduk. İkinci ders ilk dersten biraz daha farklı geçti. Sonrasında Umay el- ayak hastalığı geçirdi ve bizim bir sürü tatil planımız oldu. Bizde derslere çok uzun süre ara verdik. 

Aradan tam 6 ay geçti ve biz dün yine derse gittik. Umay bizi de hocayı da şok etti. Çünkü gerçekten inanılmaz bir şekilde ellerini ve ayaklarını çırpmaya başladı. Aşırı neşeli bir şekilde hoca ile tüm hareketleri yaptı, diğer çocuk tesadüfen yine en son beraber ders aldığımız çocuktu ve biz fazlasıyla ara vermemize rağmen Umay bunu hiç hissettirmedi. Kafasını suya sokup çıkardığımızda da, ters şekilde yüzdürdüğümüzde de halinden oldukça hoşnuttu.

Açıkçası 8 aylıkken giderken acaba çok mu gereksiz diye kendimce düşünüp durmuştum. Hocaların söylemi ise o derslerin çocuğun yüzmesini öğrenmekten çok suyu sevdirmek için olduğu yönündeydi. İlerleyen aylarda ise hafızası ile suyu gördüğü zaten el ve ayaklarını çırpacak ve daha uyumlu olacaktı. Gerçekten tam da böyle oldu. Şimdi bizim 1 dersimiz daha kaldı sonrasında 12 haftalık daha kayıt olmayı planlıyoruz. İşin güzel yanı gitmeyeceğinizi önceden haber verdiğiniz sürece hakkınız yanmıyor.

2019 için fiyatlar ebeveynli grup dersinde 4 haftalık 750 TL den başlıyor, 8 haftalık 1375 TL olarak devam ediyor.

Umarım faydalı bir yazı olmuştur. Bu deneyimi yaşamak ve bilgi almak için :

Swimlabs Yüzme Okulu
212-3517727













7 Mart 2018 Çarşamba

Air Bnb / Heybeliada İstanbul (21-23 Temmuz 2017)


Özellikle yaz aylarında alternatif tatil arayışına geçen İstanbullunun kaçışıdır Prens Adaları. Günübirlik turlarla ya da yakın lokasyonda oturanların şehir hatları vapurları ile birkaç saat bile olsa uğradığı adalar özellikle akşamları geç, sabahları ise erken saatlerde oldukça sessizdir aslında. Ta ki bir vapur ya da özel tekne yaklaşana dek kıyıya. 

Her ne kadar 9 adadan oluşmakta ise de genellikle yerleşim olması itibariyle en bilinen dörtlüsü Kınalıada, Heybeliada, Burgazada ve Büyükada'dır.  Yerleşimi olmayan diğer beşi ise: Kaşıkadası, Yassıada, Sedef, Sivriada ve Tavşanadası'dır.


Ben ise 2017 Temmuz'unun sıcağında karnı burnunda bir hamile olarak küçük bir kaçış için bize ev sahipliği yapan İstanbul'un en yeşil adası, Heybeliada'yı yazacağım yakın bir rota olarak.

Büyükada'dan sonra en büyük ada olan Heybeliada tepeden bakıldığında heybe gibi görünmesinden dolayı almış bu ismi ve öne çıkan yanı yeşilinin etkisiyle temiz havasıymış zamanında. Maalesef bakımsızlıktan dolayı içler acısı bir hal almışsa da yeşili, pislikten geçilmiyorsa da koyları 2 gece 3 gün bize farklı bir dünyanın kapısını aralayıp kafamızı dinleme fırsatı sunduğu için şanslı hissettik gezinin sonunda kendimizi.

Hamile halimle günlük 15 km yürüyüp tüm koylarını ziyaret etme şansı yakalamışsam da siz siz olun bol yokuşlu bu adada bisiklet ile günübirlik neredeyse hiçbir yanını gezemeyeceğinizin bilinciyle en az bir gece mutlaka konaklayın derim. Konaklama, ister bisikletle isterseniz yürüyerek gezeceğiniz adanın hem tadını çıkarmanız için şart hem de sabahları martı sesleri ile güne huzurla uyanmak için. Bu arada faytondan bahsetmiyorum bile farkındaysanız. Her hayvansever gibi asla tercih etmeyecek olduğum bir ulaşım aracı olan faytonu tercih edecekseniz özellikle sezon sonlarında ölüme terk edildiklerini de bilin isterim.

Konaklama


Bundan sonra hem köpekli hem de bebekli bir aile olarak işimiz iyice zorlaşsa da Heybeliada da diğer adalar gibi bizim gibi köpekle konaklama yapacaklar için bir pansiyon maalesef bulunmamakta. Kaldı ki zaten o kadar az pansiyon ya da günlük kiralık ev var ki yokluktan dolayı evinin odasını kiralayan birilerini de şans eseri çarşıda gezerken biriyle tanışıp son dakika bulmanız dahi olası. Biz ise köpeğimiz nedeniyle airbnb den araştırma yaparak oldukça eski ve tahta bir evin üst katındaki küçük odada kendimize yer bulma şansı yakaladık. Eve OHAL dolayısıyla ara sıra baskınlar yapılıp ada dışından birilerinin konakla yapması pek uygun karşılanmıyormuş ancak air bnb yorumlarımızın iyi olmasından dolayı çabucak kabul gördük. Ev dışarıdan ve fotoğraflarından süper görünüyordu lakin maalesef fazlasıyla pisti. Ben işin huzur kısmını daha çok dikkate alarak keyfimin kaçmasına izin vermedim ama bebekle asla girilmez ve hatta hamile gitmek bile bir cesaret işiymiş sonradan anladım. Toplamda üç kattan oluşan evin odaları en üst katta, mutfağı, salonu, banyosu ise giriş katta idi bu da her defasında aşırı sesli olan tahta merdivenleri inmek ve çıkmak zorunluluğu demekti. Ev sahibemiz aşırı derecede nevi şahsına münhasır, ani parlayan, çabuk sönen, aslında iyi niyetli ancak bunu anlamanız için sabırlı olmanız gereken 'farklı' bir bayandı. Öyleki senelerdir yurt içi ve yurt dışı air bnb deneyimimiz oldu ve hiç 'siz beni aramalı yol tarifi almalısınız' tripleri yaşamadım. Rezervasyon yapar yapmaz ev sahiplerinden aşırı detaylı yol tarifi alıp vakti zamanında giriş - çıkış yapıyorduk. Öyle ki buraya vakitlice gelmişsek de hanımefendi daha yeni uyandığı için bize söylendi :) Neyse sonunda tatlıya bağladık velhasılı.

Evimiz iskeleye 700 metre mesafedeydi ancak bunun bir kısmı yokuşluydu. Aslında adanın yerleşim yerlerinin genellikle yokuşlu alanda olmasından dolayı buna da takılmamak lazımdı. İskeleye yürümenin zorluk yaratmayacağı bir mesafe olmasının yanı sıra kalabalıktan da biraz uzakta sakin bir sokakta olması geceleri ve sabahları oldukça sükutla vakit geçirmemizi sağladı. Odanın üst katta olması merdiven zorluğunun yanı sıra süper bir manzara sunuyordu!


Fiyata gelince iki kişi iki gece 560 TL verdik ve maalesef kahvaltı bile yoktu. Evet aşırı pahalı olduğunun farkındayım ancak hem yaz, hem köpekli olunca İstanbul yakınları fiyatlandırması bu şekilde. Mesela Budapeşte de 4 gece 2 kişi 330 TL ödemiştik iki sene önce :) Ancak dediğim gibi şartlarınız ne kadar kısıtlı o kadar 'ne yapalım' demek durumunda kalıyorsunuz önünüze çıkan fırsatlara.

Buranın da fotoğrafını almıştım belki olur da konaklama için farklı bir alternatif olur diye ancak içinin nasıl olduğu ya da fiyatlandırması konusunda maalesef bir bilgim yok.


Peki Heybeliada da neler yapılır?

Uzun uzun yürüyüşler, martı sesleri ile koy koy mest olmalar, biraz da olsa tarih gezintisi, güzel yemekler ve vaktiniz varsa komşu adaları gezmek sanırım temelde yapılabilecek aktivitelerin başında geliyor. Biz de 7 aylık hamile halimle adım adım turladık adayı ve her bir detayını gözlemleme ve yaşama şansımız oldu. Çam ormanlarının arasında aslında her yanı ile mükemmel olacakken neden bu kadar kendi haline bırakıldığını ve neden bu kadar pis olduğuna, tarihine sahip çıkılmadığına anlam vermeye çalışarak yürüdük durduk. Bazen 'yazık', bazen 'iyi ki geldik' dedik, bazen de 'keşke daha farklı koşulları olsaydı tadından yenmezdi.' Burgazada'ya da akşam yemeği için uğradık ancak Burgaz'ı farklı bir yazıda anlatmak istiyorum. Gezilecek yerleri ve yemek yenilecek yerlerine geçmeden önce ise şunu belirtmekte fayda görüyorum maalesef bu gezi sonrası köpeğimiz pire alerjisi oldu. Adanın bakımsızlık ve pisliğinin bize bir aylık hastalık olarak geri dönmesi hoş olmadı o sebeple evcil hayvanınız ile gidecekseniz mutlaka pire tasması alın ya da ahşap bir yerde konaklama yapmayın. Özellikle bizimki gibi hassas bir ırk ile çok mağdur olursunuz.

Hüseyin Rahmi Gürpınar Müzesi:

Maalesef kapısında kilidi üzerinde 'restorasyon nedeniyle kapalıyız' notuyla kaderine terk edilmiş ve içler acısı haldeydi. Bahçesine dahi giremedik yakınındaki ormanda yürüyüşle yetindik.

Çiçekli Dağ Sokağı:



Zeyyad Selimoğlu'nun romanına adını veren yemyeşil ve aşırı sakin bir o kadar da huzurlu sokak. Merdivenlerinde oturup yanınıza aldı iseniz soğuk bir şeyler içebilir sükutu içinize içinize çekebilirsiniz. İsmet İnönü Müzesi'nin çok yakınındaydı ve durup bir nefes aldık.

İnönü Evi Müzesi:




Hüseyin Rahmi Gürpınar Müzesi'nden şanslı olarak gönüllülerin ayakta tuttuğu işini severek yaptığı her halinden belli olan bir rehber eşliğinde gezdiğimiz müze olarak kaldı aklımızda. Sade ve tarih kokan bu yapı maalesef ki hiçbir kamera vs olmaksızın kendi halinde bir kaç tarih sever tarafından korunuyor. Cumhuriyet tarihinden çok güzel kesitler var ve akşam 17:00'ya kadar ücretsiz gezilebiliyor. 15 dakika ayırmanız yeterli olacaktır mutlaka uğrayın derim.


Aya Nikola Rum Ortodoks Kilisesi:

Çarşının ortasında güzel bir yapı ve bahçesi de oldukça temiz ve güzel ancak kapısında 'Burası ibadet yeridir, müze değildir' yazdığından ve gezmek için girenler çok hoş karşılanmadığından içeri girmedik.

Heybeliada Ruhban Okulu / Aya Triada Kilisesi: 



Adada kısıtlı vaktiniz var ise sanırım ilk uğramanız gereken yer diyebilirim. Bakımlı ve temiz olması ayrı, bahçesi ayrı, manzarası ayrı, tarihinin korunması ile ayrı takdir edilesi olan ruhban okulunun yolu fazlasıyla yokuşlu ve yorucu. Ancak o yokuşun sonunda sizi bekleyen cennet bahçesini düşünüp yorgunluğunuzu unutmanız menfaatinize olur diyebilirim. Her gün sabah 9 akşam 4 arası açık ve maalesef saatler konusunda biraz katı kuralları var. Kilise bölümü ve ilk katı aynı zamanda kütüphanesi ziyarete açık. İçeride su ikramı ve tuvalet var yani yolun sonunda bunlara çokça ihtiyacınız olacak bu sebeple belirtmekte fayda var. Çalışaları yapıcı ve sakin. Bahçedeki keçileri sevmeyi unutmayın :)

El Sanatları Sokağı:

Sahilden yukarı doğru çıkarken solda kalan ve genellikle akşamları açık bu sokakta çok güzel bileklikler ve kolyeler bulmak mümkün. Özellikle bak-kal tarasımın standına uğramanızı tavsiye ederim.

Çam Limanı Mesire Yeri:

Sanatoryumun hemen dibinde güzel manzaralı, bir kaç ahşap masanın olduğu ve çay, kahve soda alabileceğiniz, içiniz yanmışsa serinleyebileceğiniz bir minik dinlenme alanı. Soluklanırken bol bol fotoğraf çekebilir, doğayı ve kendinizi dinleyebilirsiniz.

Heybeliada Sanatoryumu:

Maalesef kapalı ve aşırı pis. Bahçesinde dolaşmak bir yana dursun, halı yıkama merkezi gibi kullanılması resmen içler acısı. Sahile biraz uzak ve tertemiz havası dolayısıyla döneminin en iyi tedavi merkeziymiş lakin şuan öyle bakımsız ve kötü kokuyor ki insan gerçekten ağlamaklı oluyor. Yerinde gören ve keşke ziyarete açılsa, temizlense, paklansa diyenlerden olduk maalesef.


Heybeliada Çam Limanı:

Liman güzel ve manzarası süper lakin saçma sapan 'beach club'lar var ve enteresan müzikler kulak tırmalıyordu. Denize girenlerin sayısı azımsanamayacak kadarsa da bana üstüne para verseler girmezdim sanırım o kadar leş bir görüntü vardı. Her bir yanını ayrı bir çakalın sandalye atarak 'şu kadar paraya oturabilirsiniz' diye etrafınızda kol gezdiği saçma bir ticari alan oluvermiş yazık ki ne yazık. Ancak sanırım tekne ya da yat ile biraz daha açılıp denize girenler temizliğinden pek memnun kalıyormuş. Bir gün bize de kısmet olur belki ne diyelim :)

Türk Kızılayı Heybeliada Gençlik Kampı:

İçeride gençler çok mutlu görünüyordu ancak kamp sezonu olması ve öğrencilerin yemek saatine denk gelmesi sebebiyle biz girip gezemedik. Kapıda görevli ve oldukça beyefendi duruşu olan biri ile sohbet ettik ve biz pek başarılı bulduk. 15-18 yaş aralığı gençleri misafir eden kamp alanında outdoor sporlar, trekking ve geleneksel sporlar ile ilgilenip dinlenme ve eğlenme fırsatı yakalıyormuş. Temiz, bakımlı ve oldukça keyifli görünüyordu.

Alman Koyu:

Hamile halimle hem meraktan hem de adım atılmadık yer bırakmayalım aşkından o uzun ve zorlu yolu aldıktan sonra üstüne üstlük dik mi dik zorlu mu zorlu onlarca merdiven indim. Adalı bir bey tarafından işletilen yine oldukça bakımsız ve leş bir ortamı olan küçücük bir koy karşıladı bizi. Su fazlası ile yosunlu ve kocaman kayalar vardı. Maalesef köpeğimiz burada beş dakika suya girip sonrasına günlerce hasta oldu. İşletmecisine kalırsa çok temiz ve dahi en temiz su buradaydı ama bize göre görüntü öyle demiyordu. Belki biraz daha açıklıkta çok daha temiz ve güzel bir hal alıyordur ama özellikle koydan çocukları yüzdürelim düşüncesi ile ziyaret edilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Bu arada 'işletme' dediğim yer küçücük bir baraka ve soğuk içecekler satılıyor. Yine fazlası ile pis ve pahalı. Biz birşeyler içip kalktık çünkü şezlonga oturmak dahi duş ve tuvalet olmamasına rağmen 25 TL idi. Böyle güzelim alanlar neden talan ediliyor hiçbir anlam veremiyorum.

Kablo Beach Club / Camping:

Sanırım gittiğimiz koylar arasında en temizi ve en iyi işletileni. Ancak deniz maalesef berbat görünüyordu zaten tepeden baktığınızda yemyeşil çünkü su koy boyunca baştan sona ot dolu. Düzenli bir yapı ve duştan tuvalete ihtiyacınız olan her şey var. Denize girilmese de sessiz ve sakin bir şekilde güneşlenebilirsiniz. Müzikleri de diğer koylara nazaran oldukça iyiydi. Üst kısmında ise çok güzel renklendirilmiş bir çay bahçesi var. Hamaklarda sallanabilir ve süper manzarasında birşeyler yiyip içebilirsiniz. Çok acıktı iseniz diğer pek çok yere nazaran eli ayağı düzgün bir yerse de elbette fiyat performans açısından çok beklentiye girmeyin. Ada da ulaşımında zorlanıp da gittiğimize değdi dediğimiz Ruhban Okulu'ndan sonra ikinci duraktı desem yalan olmaz.

Uçurum Kilisesi:

Deniz Lisesi'nden yukarı doğru tırmanırken solda süper manzaralı bir kilise. Açıkçası biz girilecek bir kapı göremedik en azından halka açık olan, etrafında da insanlar yoktu ziyaret edilebildiğinden şüpheliyim ancak bazı bloglarda girip gezen olduğunu okudum belki de eskiden ziyarete açıktır.

Değirmenburnu Piknik Alanı:

Piknikten ziyade girip yürüyüş yapmak istedik ancak giriş ücretliydi. Sanırım 5 TL idi ancak bize manasız geldi sırf bu yüzden girmedik zaten az vaktimiz kalmıştı adada ve son günümüzdü dahası pazar günü olduğu için alan inanılmaz kalabalık görünüyordu. Ancak Uçurum Kilisesi'nden biraz daha yukarı çıkınca tali bir yol var oradan da kendinizi aşağı saldığınızda aynı yere çıkıyor üstelik ücret vermemiş oluyorsunuz :) Adalılardan birine sorarsanız size yolu gösterecektir. Aynı zamanda gün batımı çok güzelmiş

Heybeliada Su Sporları Kulübü:

Burası adalıların mekanı ve pek kalabalık. İçeri girebilmek için kulüp üyesi olmak gerekiyor ve büyük bir havuzu, restaurantları var. Buraya giriş için yol göstermesi ev sahibemizin bize yaptığı ikinci güzellik olacaktı ancak yanlış bilgilendirme ile zulme dönüştü. Son sabah kahvaltımızı yapmak adına çıkarken aslında üye olmasak bile içeride bir restauranta girebileceğimizi ve orada da arkadaşı olduğunu söyleyerek danışmaya girip ricada bulunursak alınabileceğimizi iletti. Biz ise köpeğimiz olduğunu ve muhtemelen içeri sokulmayacağımızı ilettik ancak ev sahibemiz alanda çok köpek gördüğünü herkesin köpeği ile girdiğini iletti. Danışmada içerideki restaurantta kahvaltı yapıp çıkacağımızı havuzu vs kullanmayacağımızı işletmesinin özel olması sebebiyle restauranta giriş yapmak için bilmem kim beyi arayabileceklerini söyledik. Onlar da aradı ve izin çıktı ancak köpek ile giriş yasak dediler ve maceramız olumsuz sonuçlandı. Geri dönüş yolu pek zorluydu. Ancak bence köpeğiniz yoksa siz de aynı yol ile içeride kahvaltı yapabilirsiniz. Maalesef o beyin adını hatırlayamıyorum ama bir sorun olacağını sanmıyorum. Ortam oldukça nezih görünüyor gelenler ise tam bir eski İstanbullu edası ile süzülüyordu.


Terk-i Dünya Manastırı:

Oldukça yorulduğumuz ikinci gün uğrayamadığımız sonradan da çokça üzüldüğümüz bir yer oldu. Aslında yürüdüğümüz yoldan az biraz içerideydi 300-400 metre kadar ama o an gözümüzde çok büyüdü. Hayata veda etmek için gelen bir keşişin kulübesi sonradan manastıra çevrilmiş ve mezarı ise yine aynı alanda manzaraya bakıyormuş. Yine uğramamızı tavsiye edenler çay kahve ikramları olduğunu ve manzarada harika gittiğini bahçesinin de çok huzurlu olduğunu iletti. Artık bir başka sefere diyelim.

Halki Palas Oteli ( Merit Otel) :

İnönü Müzesi'nin hemen karşısında adalar bölgesinin en eski ve görkemli otellerinden. Hukuki süreçlerden dolayı el değiştirip açıldı - kapandı haberleri kol geziyor ancak biz yine köpekli olduğumuzdan ancak ihtişamını uzaktan izledik. Belki açık yakalayıp bir kahve içme şansı yakalarsınız.

Süslü Mezar:

Terk-i Dünya Manastırı ve Uçurum Kilisesi ile çok yakın 150 yıl önce İtalya'dan getirilen renkli camlı melek heykeli ile adalılar tarafından süslü mezar olarak anılmaya başlanmış. 19. Yüzyılda Büyük Britanya İmparatorluğunun Gemlik başkonsolosluğunu yapan ve zengin bir insan olan Spiridon Kangelaris tarafından 4 Ağustos 1865 yılında ölen eşi Sevasti için yaptırılmış. Ancak bulunduğu bölgede çok fazla köpek olması ve hamile halimle Dollar (köpeğimiz) ile başka köpeğin kavgasına katlanamayacak olduğum için ziyaret edemedik maalesef.

Deniz ( Bahriye Lisesi):

1773 yılında hizmete giren lisenin bugünlerde ancak martılar konan bahçesini izleyip poyrazdan nasibinizi alırken boşalan lojmanlarına iç çeke çeke bakakalıyorsunuz.

Halk(andon) Eczanesi:

1903 te kurulmuş ancak bugünlerde hiçbir esprisi yok çünkü binanın eski hali ile hiçbir ilgisi olmayıp sıradan bir eczane görüntüsüne sahip sadece tabelasında tarihi olduğu vurgusu var hepsi bu.

YEME İÇME

Konaklama yaptığımız evde mutfak vardı ve her airbnb evi gibi kullanabilirdik ancak zaten kısıtlı zaman olduğundan adadaki yerlerden yeme içmeye karar verdik.

Meltem Pastanesi: 

Çarşının tam ortasında bol bol hamur işi çeşitleri olan ve sabahları özellikle vapurların yanaşması ile oturacak yer bulmakta zorlanabileceğiniz sirkülasyonu bol, tüm ürünleri taze küçücük bir mekan. Açıkça konuşmak gerekirse yediklerimizin kokusu lezzetinden daha güzeldi. Hemen hemen herşeyini denedik ve sanırım hepsinin tadını da ortalama bulduk. Boyoz da çıkıyor özellikle akşamları ancak bildiğimiz İzmir boyozundan oldukça farklı.

Luz Cafe: 


Aslında mekanın içi de dışı da minicik ve sevimli ama çalışanların tavrı buz gibi. Hoşgeldin beş gittin muhabbeti olmadığı gibi sorulara da zorunlu cevap verir gibiler. Pek sakin ve serinlemek adına limonatası içilir, adaya gelen giden kesilir :p

Farklı Bi' Yer:

Böyle öğrenci kantininde bulunan aperatifleri gibi menüleri var ve her masaya farklı bir şehir ismi verilmiş. Çarşının lise tarafında yazın dahi püfür püfür esiyor ve çalışanları oldukça kibar aynı zamanda hayvansever. Birşeyler atıştırırken adanın minyatür haritasını da temin edebilirsiniz.


Tarihi Roma Dondurma: 

Elbette Burgaz'ın Sinem dondurmacısının yanında bir hiç ama yoklukta gidiyor, oldukça ucuz. Yine lise tarafında.

Halki Restaurant: 

Ev sahibemizin bize yaptığı tek güzellik bize yaptığı bu öneriydi sanırım. Sahibesi inanılmaz keyifli ve misafirperver olan mekanın tüm mezeleri mükemmel. Balıkları taze ve fiyatları da bu konseptli bir yere göre gayet uygun. Yanındaki mekanlardan gelen gereksiz gürültü olmasa müzikleri de gayet iyi. Kesinlikle bir akşam yemeği yemelisiniz.

Sandal: 

Bulunduğu alanda eli yüzü düzgün ve temiz tek yer sanırım. Yaşlarına meydan okuyan enerjileri olan bir kaç beyefendi tarafından işletiliyor birşeyler içerken rüzgarı ve denizi karşınıza alıp kitap okumak için birebir.

Coşkun'un Ora: 


Adını duyunca kıraathane gibi bir yer canlanmıştı kafamda ama asla öyle bir yer değil. Moda Çay Bahçesi tadında bir yer. Fiyatlar normal, ürünler vasat / normal arası ama manzara kusurları kapatıyor, müzikleri de öyle.

Kayıkhane:

Çarşının tam da göbeğinde balık-ekmek ve porsiyon balıkta hem adanın pek çok yerine göre uygun fiyatlı olması, hem çalışanlarının kibarlığıyla bir öğlen yemeği yenmesi gereken yerlerden diye düşünüyorum. Dışarıdaki masaların azlığı moralinizi bozmasın içerisi de ayrı ferah ve güzel üstelik adada tuvaletin ücretsiz olduğu nadir mekanlardan:P

Perili Köşk:

Üç yıl önce günübirlik bir gezimizde uğramış pek sevmiştik aslında burayı ama bu defa çok fazla olumsuz yorum okuduk ve adalıların kendilerini hiç sevmediğini fark ettik bir de gereksiz pahalılığı sebebiyle oturmaktan vazgeçtik. Hem konsepti hem de yemekleri çok güzeldi ancak sanırım el değiştirmiş ve bomboş görünüyordu belki ilerleyen yıllarda yeniden eskisi gibi parlar kim bilir.































24 Aralık 2017 Pazar

Bebekle Haftasonu Aktivitesi- Bebek SPA Merkezi


Soğuk kış günlerimizde eğlenceli bir şeyler yapmak hepimizin hakkı, evet evet en çok biz bebeklilerin:) Bizde AVM lerde tıkılı kalmak, ev ziyaretlerinde bir zaman sonra boğulmak, dışarı çıktığımızda ise 'çok mu soğuk, üşür mü ki?' kaygısıyla korku dolu yürüyüşler yapmak dışında üç aylık bir bebekle ne yapılabilir ki diye düşünürken evimizin çok yakınında bulunan Bluuh Baby Spa Merkezi'ni keşfettik. 

Önce instagram hesabından fotoğraf ve videoları takip edip bilgi topladık sonra da neden denemeyelim ki diye düşündük ve bu hafta bu küçücük mekanı ziyaret ettik. İyi ki de gitmişiz!







Aslına bakarsanız bir küçük paket programları var. Bebeklerin kafasına simit takıp her defasında değiştirdikleri su dolu olan minik havuzlarda kendi başlarına bırakıyor ve hareket etmesini sağlıyorlar, sonrasında sudan çıkarıp masaj yapıyorlar ve yorgun düşen bebeğiniz size özel odada  şirin mi şirin salıncakta uyurken size ikramlarda bulunup anneye de kısa bir el masajı yapıyorlar. 

Bebeğiniz suda dilediği kadar kalıyor ki zaten bir zaman sonra yorgun düşüyor. Ortalaması 15-20 dakika demişlerdi ama Umay kız 30 dakikaya yakın yüzdü çünkü suyu gerçekten pek sevdi. Normalde de yıkanırken pek sesi çıkmıyordu şimdi suda tek başına hareket ediyor olması onu sanırım oldukça heyecanlandırdı. Hem bize pozlar verdi hem de kendini yordukça yordu. 

Daha önce youtube'dan bir kaç bebek masaj videosu izlemiş özellikle Ayşe Öner'in videosunu sıklıkla uygular olmuştum. Umay masaj sonrası hem gaz çıkarıyor hem de bir kaç saat içinde mutlaka kakasını yapıyordu. Ancak ben onu soyup uzun uzun ve masaj yağı ile yapmamıştım. Şimdi ise su sesi ve rahatlatıcı bir müzikle ve tabii yağ ile daha uzun sürekli profesyonel bir masaj deneyimi oldu. Bize geri dönüşü ise Antalya'dan döndükten sonra yani 7 gündür kakasını yapmayan kızımızın gün içinde 2 defa ve inanılmaz fazla kaka yapmasını sağladı. Normalde kabızlık sorunu olan bir bebek değilse de hava değişikliğine yorduğumuz bu sorunumuzun çözülmesi onu rahatlattığı kadar bizi de rahatlattı elbette ve erkenden mışıl mışıl uyudu.

Anne masajı el masajından ibaret ve 10 dakika kadar sürüyor ama bu bile sizi rahatlatmaya yetiyor. Zaten yorgun düşen meleğiniz yanı başınızda uyurken sizde ikramlarla keyfinize bakıyorsunuz.

Aktiviteye 0-6 ay arası bir bebek, anne ve bir de anne yanında bir yetişkin olmak üzere toplamda 3 kişi katılıyor. 3. yetişkin baba olabileceği gibi teyze, anneanne ya da arkadaş da olabiliyor elbette.

Açıkçası hem seyahat seven hem de denizi suyu seven bir aile olarak çocuğumuzun da suyla arasının iyi olması en büyük temennimizdi ve daha ilk banyosunda bize ılımlı sinyaller gönderen Umay bugünün sonunda bu sinyallerini pekiştirmiş oldu. 

Aslında anne babanın da havuza girdiği ve beraberce yüzdüğü konsept yüzme havuzları varsa da ve ilgili yerler de 3 aylık bebekleri de kabul ediyorsa da açıkçası pek içime sinmiyor. 9 ay ve üzeri belki ama şuan için her ne kadar bebek etkinliği de olsa diğer ebeveynlerin de içinde yer aldığı bir havuzun hijyeni fazlasıyla düşündürüyor. 





Spa merkezi 0-6 ay dese de ben bu aktivitenin 5 ay sonrasında çok verimli olmayacağına kanaat getirdim çünkü belli bir zaman sonra bebeğinizin algısı iyice açılıyor ve artık onu kesmiyor. Boyu ve kilosu da artmış olduğu için kısıtlı alandan sıkılıyorlar. 3-4 ay arası ise süper uygun görünüyor. Bunu gelen bebeklerin farklı ayda olmasından dolayı gözlemlerime dayanarak söylüyorum elbette yine annenin ne düşündüğü de önemli.

Bakıldığı zaman 'Bunu bizim küvette de yaparız ne var ki!' şeklinde tepki gösterilmesi mümkün olan bu aktivitenin güzelliği farklı bir ortamda size özel hazırlanmış bir atmosferde hem bebeğinizin hem de sizin de sosyalleşmenize de katkı sağlaması diye düşünüyorum. 

Maliyete gelince; eğer bir defa bu programı satın almak isterseniz 170 TL ancak 4 defa gitmek isterseniz 500 TL. Bizim anne çocuk fuarından indirim kartımız olduğundan 140 TL ödeme yaptık.

Ve elbette bu deneyimi yaşamak isteyenler için adres:

Bluuh Baby Spa 

Şenlikköy Mah. Akasya Sok. 12-1 B Blok Daire 1 Şenlikköy - Florya- İstanbul

212-4246304
534-6574922


23 Aralık 2017 Cumartesi

Bebekle Seyahat


Gezginim diyecek kadar gezmediğime eminsem de zor şartlar altında çalışan iki beyaz yakalının önüne çıkan tüm fırsatları değerlendirebileceği kadar gezdiğimizi söyleyebilirim. Ki bu beyaz yakalının biri her gün 200 km yol alıyor, diğeri ise cumartesi de çalışıyorsa bu ‘fırsatlar’ fazlasıyla kısıtlı oluyor maalesef. Keza bu iki beyaz yakalının bir köpeği varsa ve onunla gezmekten ekstra keyif alıyorlarsa ‘kısıt’lar ayrıca maksimum seviyeye ulaşıyor. Malumunuz biz bu sene hayatımıza bir ‘kısıt’ daha ekledik; çocuk! 
Elbette ne köpeğimizi ne de bebeğimizi ‘kısıt’ olarak gördüğümden değil çevredeki genel kanı ve yargılardan dolayı bu kelimeyi kullandım yoksa ben hala öyle olmadığına eminim. Çünkü nasıl ki hiçbir şeye imkan bulamadığını söyleyen aşırı yoğun herhangi bir kişi sigara içiyor ve onu içmek için her an, her saniye fırsat kollayabiliyorsa gezmek isteyen kişiler de kendine zaman yaratmak ve plan oluşturmak konusunda o denli başarılılar diye düşünüyorum.
Ve evet gelelim çocukla ilk küçük seyahat denemesine!


Malum mevsim kış ve bebeğimiz henüz üç aylık. Bu bizi yapılabilecek aktivite ya da seyahatler konusunda konfor ve hijyen arayışına sürüklüyor. Ben de durumun böyle olacağını düşünerek daha Umay doğmadan Thy promosyonu ile almıştım Antalya biletini. Eğer bir biletimiz olursa seyahat için sebebimiz olur diye düşünmüştüm, iyi ki de öyle düşünmüşüm yoksa cesaret edemeyip evde oturmayı tercih edebilirdim sanırım. Peki bebekle seyahatte uçak ile ulaşımla bebeksiz bir seyahatte uçak ile ulaşım arasında ne fark vardı bizim için?

Bir kere meme emen ve henüz ek gıdaya geçmemiş bir bebekle seyahat de yaşam da kolay bence. Mama hazırlama derdiniz yok, doyurmak için uzun bir hazırlık süreciniz yok, yer kısıtınız yok; bulduğunuz yerde oturun ve emzirin hepsi bu. Hal böyle olunca taşıyacağınız materyaller de azalıyor ama bebek ve taşımak denildiği zaman benim artık aklıma ilk ‘bebek arabası’ gelecek bundan böyle çünkü o varken tüm diğer eşyalar devede kulak kalıyor. Havaalanında güvenlikten geçerken bebek arabanızı kapatmak ve açmak durumundasınız. Mevsim kış, bebeği de fazlası ile giyindirdi iseniz; arabasından alıp, üstünü çıkarıp, radyasyon sebebi ile güvenliğe uzatıp, güvenlik ‘ kaç aylık, kız mı, tatil mi?’ derken eşyalarınızı banttan geçirmek, kemer çıkarmak vs derken kötü bir tecrübe ile anladık ki bebekle seyahatte havaalanına öyle iki kişi gider gibi 1 saat erkenden gitmek yeterli olmuyor. ‘Kötü tecrübemiz’ de şudur ki ilk kez uçak kaçırdık! Bu deneyimde THY görevlilerinin çokça kusuru varsa da bizim de gereksiz tantanamız ve acemiliğimiz de yok değildi elbette. Bunun dışında malumunuz 2 yaşa kadar sadece alan vergisi ödediğinizden bebekle uçmanın maliyeti de çocukla uçmaya nazaran oldukça düşük ve yine aynı sebeple bebeğinizin biletini sonradan da ekleyebilirsiniz. Mesela ben Umay doğmadan aldığım için biletimizi TC kimlik numarası yoktu bu sebeple Online işlem yapamadım ve havaalanında sonradan bilet satın aldım.

Yani bebek emiyorsa ve ek gıdaya geçmemişse bana kalırsa seyahatte havaalanı güvenlik geçişleri dışında zorlanacağınız bir durum yok. Bu sebeple ebeveynler ilk 6 ayın avantajını iyi kullanmalı diye düşünüyorum. 

Uçakta bebek için onu size bağlamak adına kemer veriyorlar ama Umay henüz oturamadığı için açıkçası takamadım ve takmış gibi yaptım. Çünkü o kemeri yatan bir bebekle kullanmak çok zor.

Pusetiniz olduğunu boarding sırasında personele söylediğinizde size içine rahatlıkla bir tabut sığacak kadar büyük bir poşet veriyor ve uçağa binerken pusetinizi körükte personele bu poşetin içinde teslim ediyorsunuz. İnerken de hemen yine aynı yerden iner inmez teslim alıyorsunuz.

Ben havalandırmanın ani açılması ve kapanmasından dolayı biraz gerildim ve üzerini bir örttüm bir açtım ama inerken yanımızdan henüz kırkı çıkmamış ve üzerinde bir yelek ya da battaniye bile olmayan bir bebek geçtiğinde ağzım açık bakakaldım. Çok titizlenmeme konusunda daha doğmadan kendime sözler versem de düşünüyorum da sanırım o kadarını hayatta yapamazdım. Siz nasıl düşünürsünüz bilemem ama yanınıza fazla kalın olmayan bir battaniye ya da müslin almanız avantaj sağlayabilir.

Yine uçak içinde verilen yastık boyut itibariyle emzirirken de oldukça faydalı ama siz hijyen konusunda pek emin değilseniz ve kullanmak istemezsiniz yanınızda seyahat yastığı boyutunda bir yastık almanız menfaatinize olacaktır.

Hem mevsimin etkisi hem de yorulan anne babanın konfor arayışından dolayı otel tercih ettiğimizi söylemiştim yine aynı sebepler dolayısıyla köpeğimiz bu seyahatimizde yanımızda olamadı. Çünkü maalesef oteller köpeğimizi kabul etmiyor. Elbette eden oteller de var ama oldukça düşük imkanlar sağlıyor o sebeple bu defa dört ayaklı çocuğumuzun affına sığındık ve güzel teyzelerine emanet ettik.

Çocuk sahibi olduktan sonra da olmadan önceki düşüncelerim en azından şimdilik değişmedi. Bana kalırsa İnsanlar ‘40 mevlüdü’; gelen herkesi memnun etme çabası, hastane ziyaretleri yorgunluğu, çevre baskısı ve gereksiz yorumlarla zaten psikolojik olarak gerildikçe geriliyor. Farkındaysanız bebek bakmak ya da onun getirdiği zorluklardan bahsetmiyorum bile. Çünkü o zaten olması gereken bir zorluk ama diğerleri toplumun ve kültürümüzün bize kattığı ekstra yüklerden. Bu zorlukları minimize etmek ve annenin kendini dinlemesi için ara sıra farklı ortamlarda hem bedenini hem ruhunu dinlendirmesi kadar doğal bir arzu daha olamaz ve İnanın evde olduğunuz sürece bu neredeyse imkansız. Tabii yanınızda yatılı bir yardımcı, bebeğinize sizin kadar iyi bakacağına İnandığınız herhangi biri yoksa. Özellikle ilk 40 gün dahil bebeğine tek başına bakan, üstüne üstlük evde dört ayaklı bir çocuğu daha olan ve evini de kendisi çekip çevirmek durumunda kalan bir anne olarak benim bu tatile çok ihtiyacım vardı. Ümit’in belirsiz iş seyahatleri ve mevsim sorunu olmasaydı eminim çok daha uzun soluklu ve daha erken zamanlı yapılmış tatillerimiz de olurdu. Ama şimdilik Şubat ayında planlanmış bir otel tatilimiz daha var.

Peki Umay yolculuk esnasında nasıldı? Hiç mi ağlamadı, zorluk çıkarmadı? Giderken kalkış ve inişte uyudu arada çok kısa bir süre uyandı o esnada da basınçtan etkilenmemesi adına emzirdim. Dönerken ise daha uçağa binmeden uyudu ve uçak 1 saat rötar yapmasına ve üstüne üstlük 1 saatte hava trafiğinden dolayı havada asılı kalmasına rağmen tüm bu süreçte inene kadar uyanmadı. Bana kalırsa bebekler küçükken uçaktaki sesi de anne karnındaki sese benzetiyor olabilir bir de hava muhalefetinden dolayı dönüşteki sarsıntı bizi gerse de kızımızı pek memnun etti sanırım. Bu genel bir şey midir yoksa bazı bebekler mızıkçılık yapar mı bilmiyorum ama özellikle giderken önümüzde oturan beyefendinin Umay’dan çok daha anlayışsız olduğunu da söylemeden edemeyeceğim. Uyusun diye 3-5 defa piş piş dediğim için aşırı kınayan bakışlar fırlatıp üstüne üstlük koltuğunu dizime kadar yatırdı. Ben toplumdaki anlayışsızlığın köpeğimize has olduğunu düşünmüştüm oysa bebeğimiz olunca da durum ‘kısmen’ düzeliyormuş. Yani ne diyebilirim ki!

Sanırım şimdilik yaşadığım tek seyahatte verebileceğim ipuçları bunlar. Umarım zamanla tecrübelerimiz artar ve çok daha fazlasını paylaşabilirim.

Tüm anneler ve anne adaylarına bol seyahatli ve konforlu günler dilerim.

1 Ocak 2017 Pazar

Otel Kent Ani / 8-12 Aralık 2016

Senelerdir aklımdaydı Kars ama en çok Çıldır! Ne zaman mı çağırdı peki beni ilk olarak; Varuna Gezgin'de ölmeden önce yapılması gereken yolculuklar listesinde gördüğümde yalan yok :) Baktım Pegasus yine indirime girmiş almasam olmazdı bileti aldım gitti. Yolculuk sonunda Çıldır bir araç oldu Kars ise mutlaka yine yeniden gidilmesi gereken bir şehir, tadı damağımızda kalan orası ayrı tabii.

                            YOLCULUK HAKKINDA






Kars İstanbul'a uzak bir nokta ve biz özel sektör çalışanları için zaman( aslında izin) asla cömertçe kullanılmaması gereken bir mefhum bu nedenle gönül istiyor ki Doğu Ekspresine bineyim uzun uzun, keyfini çıkara çıkara alayım yolu ama nerdeee... Yine de uçarken şehir ışıklarından sonra bir bulutun beyazı bir de dağların beyazını görmek ayrı güzeldi. İstanbul Sabiha Gökçen'den yaklaşık 1 saat 45 dakika uçuşla vardığımız Kars Harakani Havaalanı'na indiğinizde küçücük bir alanda havası buz ama insanı sıcacık bir şehir karşılıyor sizi. Biz biletleri önceden ve promosyonlu aldığımız için kişi başı 120 TL ye uçtuk Pegasus'la. Eğer siz de uçak tercih edecekseniz cam kenarında oturmalısınız çünkü az önce de dediğim gibi bulutların beyazı ile dağların beyazı birbirine geçerken inanılmaz güzel bir görsel şölen oluyor gerçekten. İnsan yine ve yeniden görmek ve hayaller kurmak istiyor tıpkı gördüğü renk gibi bembeyaz.

KONAKLAMA


Kars'ta konaklama genel anlamda makul fiyatlı, genel anlamda diyorum çünkü bir iki tane yüksek fiyatlı yer de yok değil. Ben uzun uzun okuduğum yazılardan sonra Otel Kent Ani'ye rezervasyon yaptırmaya karar verdim kişi başı kahvaltı dahil 75 TL idi. Ancak çok yanlış bir tercih yaptığımızı attığımız ilk adımda anlamış bulunduk maalesef. Herşeyden önce şunu belirtmeliyim ki Kars otelleri Booking.com üzerinden rezervasyon yaptığınızda çok ama çok farklı bir fiyatla karşılıyor sizi bu nedenle hangi otel olursa olsun mutlaka oteli arayıp pazarlık yaparak ve kendi hesaplarına para yatırarak yaptırın rezervasyonunuzu. Bunun yanı sıra Otel Kent Ani dahil hiçbir otelin sosyal medya yorumlarına kanmayın çünkü maalesef bazı oteller akıllılık yapıp turlarla anlaşmış ve sosyal medya yorumları için konukları bayağı çalıştırmış nitekim hiçbir hizmet vermediği halde oteldekiler bize de çıkarken benzer bir şeyler söyleyeme çalıştı. Aşırı talihsiz bir şekilde otelimiz bizim konakladığımız tarih aralığında tadilattaydı ve bildiğiniz moloz yığınları eşlik etti bize daha attığımız ilk adımdan odamıza çıkana kadar. Tabii insan neden tadilattaki oteli açık tutar orası ayrı ama aynı zamanda hiç hijyen değildi ve odamız aşırı eskiydi ve hatta çok temiz de değildi. Kahvaltı alanı ve kahvaltısı da hiç yoktan iyidir kıvamındaysa da fotoğraflarla yakından uzaktan alakası yoktu. Bunu ilk gün farkedip ikinci gün çıkış yapmak istedik ancak booking.com üzerinden ve peşin ödeme yaptığımız için kesinti olabileceğinden ve zaten sadece yatmak için kullanacağımızdan vazgeçtik. Ancak otelden son gün çıkarken booking.com a değil kendilerine elden ücret vermemizi istediler ( muhtemelen gitmediğimizi beyan edecek ya da tadilatı bahane edecek ve komisyon ödemeyeceklerdi) ben de artık aşırı sinirlenerek zaten tadilatta konaklamak zorunda olduğumuzu bunun için hiçbir gerekçe ve özür sunmadıklarını ve üstüne üstlük bir çok yerde 60 TL olan konaklama ücretini ne diye 75 TL tuttuklarını anlamadığımı söyledim. Bizden de bunun üzerine gecelik kişi başı kahvaltı dahil 60 TL aldılar. Belki siz rezervasyon yaparken otel tadilattan çıkmış olacak ya da ne bileyim büyümüş olacak (inşaat alanından anladığımız kadarıyla büyütmeyi amaçlıyorlar) ancak ben yine de otelin ve otel müdürünün konuklara sadece 'para' gözüyle bakmasından hiç hoşlanmadığımı ve üstüne basa basa önermediğimi söylemek isterim. Bunun yanı sıra odanın da hava -5 iken dahi çok sıcak olmadığını da eklemek lazım malum asıl sezon olan Ocak- Şubat aylarında -34-40 oluyor.


İkinci gün acaba diğer oteller nasıl diyerek ana caddede gözümüze ilk çarpan Kafkasya'ya uğradık, herhangi bir isim vermeksizin bir otelde kaldığımızı çok memnun olmadığımızı kendilerini ve otellerini tanımak istediğimizi söyledik. Bir oda anahtarı verip çıkıp gezebileceğimizi söyleyen resepsiyon görevlisi evlilik şartı aradığını söyledi :) Sanırım bizi fazla genç ya da aşkımızı taze gördü diye gururlandık :p Şaka bir yana bir çok Kars otelinde bu sorunun sorulduğu söyleniyor ayrıca yazmak isterim. Otelin büyük bir lüksü yoksa da kaldığımız yerden kat kat iyi ve en azından temiz ve çok daha sıcak olduğunu söyleyebilirim. Burası gecelik kahvaltı dahil kişi başı 60 TL idi. Ki bence Otel Kent Ani'ye göre çok daha cazip görünüyordu her anlamda. ( Ortakapı Mah. Faik Bey Caddesi No: 134    Tel: 474 223 2233)

Hotel Cheltikov gerçekten güzel bir konaklama yapmak ve biraz daha fazla bütçe ayırabilecekseniz kesinlikle önerebileceğim ve hatta Kars'ta tek geçeceğim seçenek. Otelin vakti zamanında Opera Binası , hastane, doğum evi olarak kullanılması, tarihi yapısı korunarak restore edilmesi ve estetiğinin yanı sıra inanılmaz kibar ve yardımsever çalışanları var. Keza Kars'taki son saatlerimizi 'otelinizin şanını duyduk ama paraya kıyamadık' mottosuyla içeri girdiğimiz 'olsun bir dahaki sefere' gibi temiz bir niyetle tüm oteli nezaketle gezdirip üstüne bize kahve ikram eden personeliyle geçirdik. O ana kadar bu kadar profesyonel bir hizmet anlayışını Kars'ta herhangi bir kişi ya da kurumda göremediğimiz için ağzımız açık takdir ettik. Yine otelin mutlaka önceden aranması ve booking.com dan değil de kendi sitelerinden rezervasyon yapılması halinde fazlası ile indirimleri olduğunu ve gecelik iki kişi kahvaltı dahil 250-300 TL aralığında bir bedelinin olduğunu söyleyebilirim. Otelin ayrıca bir toplantı salonu bir de şömineli ayrı bir oturma alanı da var ve bir de çok sevimli, şehir gürültüsünden uzak avlusu.


KARS HAKKINDA


 Kars'a gitmeden önce sorulan soruların başını 'kim var orada' çekti her zamanki gibi. Kimsemiz yoksa da soğuk zamanda soğuğu ile ünlü şehir gezilir ve promosyon bilet bulunca dayanamadık dedik. Pek mazeretten sayılmasa da uygunluk alınca öneriler almadan da edemedik. 


Doğu Anadolu'nun en soğuk bölgesinde yer alan ve uzun sert kışların hüküm sürdüğü Kars'ın öyle zorlu ve maalesef bir o kadar üzücü tarihi var ki özellikle tarihi yerleri gezerken ve okurken insan soğuğu falan unutuyor. Özellikle hiç fabrika dumanı tütmeyen bu ilde insan soluduğu havanın ve yine organik kelimesinin anlamını yitirdiği tarım / hayvancılık ürünlerinin etkisiyle donsa da pek umrunda olmuyor. Kaldı ki özellikle merkezinde biz içliklerimiz, gorateks ayakkabılarımız, kalın polarlarımızla 'abi üşümüyorum he he' desek de deri ceketi ve buz üzerinde yürüdüğü topuklu ayakkabısıyla artistliğinden ödün vermeyen halk acayip gülerek bakıyor bize. Ayrıca sadece kazı değil yediğiniz ne varsa tadının muhteşem olmasının bir başka sebebi de geleneksel mera hayvancılığı kanımca. 

ŞEHİR İÇİNDE ULAŞIM



Şehir Merkezi'ndeki tarihi yerler , müze ve tren garı bir günde yürüyerek gezilebilir. Hepsi birbirine yakın ve araç gerektirmiyor. Ancak tüm diğer yerler ( Ani, Çıldır, köyler, göller ya da Sarıkamış) için ya araba kiralamalı, ya taksi tutmalı ya da günübirlik tur almalısınız. Taksi için fiyatlandırma nasıldır bilemiyorum ama ben olur da ehliyeti olmayan ya da kendine güvenemeyen biri olur diye güvenilir bir yerden bir çok kişinin oldukça memnun olduğu bir taksicinin numarasını aldım. 545 332 0209 Kadir Yeniaras. Araba kiralama seçenekleri ise çok kısıtlı, hava alanı için Öz Sema isimli firma ya da çarşıdaki bir iki firma. Biz Öz Sema'dan değil Alemdaroğlu isimli firmadan kiraladık aracımız Renault Symbol günlüğü ise 100 TL idi. Benzinliydi çünkü dizelin donabilme ihtimali olduğunu söylediler. Çok fazla resmi prosedürlere yer vermeksizin rahat yaklaşımları olan insanlardı Öz Sema'ya göre fiyatları daha uygun olduğu için seçtik. ( Adres: Cumhuriyet Mahallesi Ordu Caddesi  No: 109c İrt: 474 212 3958)

GEZİLECEK YERLER


Şehir Merkezi ve Çevresi


Kars Arkeoloji Müzesi

Şehir merkezine 2 km mesafede kale sonrası gidecekseniz sanayi sokaklarına girdikten sonra ulaşacağınız müzenin girişi ücretsiz. Arkeoloji ve Etnografya Salonları olarak iki katı var ve çok büyük bir sergi alanı yok. İyi niyetli ve yardımsever çalışanları var ve gitmişken uğramanızı öneririm. Çok fazla eser bulunmasa ve umduğumdan biraz daha vasat olsa da gitmeye değer diye düşünüyorum. Aslında müzeye giderken en çok görmek istediğim eser 1921 yılında Kars Antlaşması sırasında Kazım Karabekir Paşa'ya Ruslar tarafından hediye edilen Beyaz Vagon'du ancak yeni açılacak olan müzede sergilenmek üzere maalesef taşınmış. Bunu bilmenizde fayda var diye düşünüyorum, hem belki siz giderken Kars'ın yeni müzesi de açılmış olur, kim bilir!


Kars Kalesi

Şehir Merkezi'nde hemen hemen her sokakta kafanızı kaldırdığınızda heybetli bir duruşu var kalenin ve tarihinde tanıklık ettiği bir çok kuşatmadan yara almış olmasının verdiği yorgunluk hissi. Kale içinde 12.yy'dan kalma Celal Baba Türbesi, Askeri Koğuşlar, tarlalar bir adet de mescit bulunuyor. Şehrin manzarasını izleyeceğiniz ve tarihi bir çok yapının hemen kalenin altında konuşlanması dolayısıyla kuş bakışı olarak da tarihe tanıklık edeceğiniz bir lokasyonu var kalenin. İçinde sobalı, biraz puslu ve hafif somurtkan çalışanlarına rağmen oturup soluklanabileceğiniz bir kafesi de var aynı zamanda. 




Fethiye Camii, Taş Köprü , Havariler Kilisesi, Ebul Hasan Harakani Türbesi ve Camisi, Hamamlar 


Birbirine yakın yerler ve aynı zamanda büyük bir çoğunluğu kalenin hemen altında bulunuyor. Hepsine uğradık bir çok cami ve kilisenin içine girdik, tarihi yapılarının değiştirilmesi ve restorasyon çalışmalarından sonra bizim gibi mimari bilgisi çok fazla olmayan insanların dahi gözüne çarpan amatörlüğe rağmen iyi ki gördük dedik. Yine üzüldük ve yine neden (?) diyip durduk ama bir şeyleri değiştiremedik.







Tarihi Rus Evleri

Kars'ın 1878 de sonra eren Osmanlı- Rus Savaşı'nın ardından 40 yıl boyunca Rus egemenliğinde kalmasından dolayı şehir planını Ruslar yapmış. Şehir planı birbirini dik kesen ızgara planlı geniş caddelerden oluşuyor ve Karslılar bu caddelerden bahsederken gözleri ışıl ışıl oluyor. Bu 40 yıl içinde Baltık mimari tarzında düzgün kesme bazalt taşından tek-iki ve üç katlı binalar da yapılmış ve binaların giriş cephelerinde sütunlar, bordür kabartma taşlarla süslenmiş. Şehir merkezini gezerken bazıları şahıslara  bazıları ise devlete ait bu evlerden fazlası ile görebilirsiniz. Özellikle gece ışıklandırmasıyla üzerinden kuşlar geçerken bir kış masalı hissiyatı yaratan bu binalardan bazıları :Defterdarlık binası, Emniyet Müdürlüğü, Cheltikov Otel. 

Kars Tren Garı


Malum zaman kısıtlanmasından dolayı trenle gidemediğimizden bari gara gidip treni görelim dedik ve iyi ki gittik. Maalesef her yer gibi burada da bir restorasyon çalışması vardı ve bakımsızlık hat safhadaydı. Şehir merkezine yaklaşık 1,5 km uzaklıkta olan garı da herşeye rağmen görün derim.



Ani Ören Yeri








Kars Merkez'e 46 km olan ver Arpaçay sınırlarında yer alan Ani Harabeleri'nin tarihi 6. yüzyıla dayanıyor. Her ne kadar bakımsızlığı içler acıtsa da ve bir çok yapıdan sökülen taşların köylülerin evlerinin yapımında duvarlarında kullanıldığı bilinse de Kars'a yolu düşen herkesin mutlaka uğraması ve ortalama 4-5 saatini geçirmesi gereken bir yer diye düşünüyorum. Giriş ücreti kişi başı 8 TL, umarsız bir görevlisi var ve birçok kişi taksi ile gelip hızlandırılmış tur atıp çıkıyordu bizim gittiğimiz zaman diliminde tanıklık ettiğimiz kadarıyla. Bana kalırsa araba kiralayıp bu tarih kokan yere daha uzun vakit ayırmalı. Tarihe ya da mimariye hiç bir ilginiz olmasa dahi katedral ya da kiliselerin içine girdiğinizde Arpaçay Kanyonu'na doğru bakarken içinizin cız ettiğini hissedeceksiniz. Bu his savaşların gereksizliğini de hatırlatıp içimizde derin yara da oluşturuyor aynı zamanda.


Gerek kanlı tarihi gerekse son yıllardaki 'eskiyi boşver, yenisi daha güzel' anlayışından ibaret restorasyon çalışmaları dolayısıyla bir çok tarihi yer ağlanacak kadar hırpalanmışsa da yine de görmeden geçmeyin derim. Nihayetinde kaz eti, Çıldır'da balık keyfi, Sarıkamış'ta kayak keyfi derken üzerine bastığımız toprakların öyküsünü bir dinlemek ve kıymetini özümsemek lazım.

Çıldır Gölü

 Biz Çıldır'ın şenlikli halini göremedik çünkü anladığım kadarıyla bu dönem Ocak ikinci hafta ile Şubat ikinci hafta aralığında. Bu durum Kars seyahatimizi eksik tamamlamamıza neden oldu mu tartışılır çünkü sezonunda gitmemiş olmamızın kendi içinde artıları da yok değil. Şanslıydık çünkü Çıldır Aralık başında olmamıza rağmen donmuştu ve biz üzerinde yürüyebildik, o eşsiz gün batımına tanıklık edebildik. Bunun yanı sıra kalabalık olmaması bize istediğimiz gibi hareket edebilme imkanı tanıdı ve sükut dolu bir Çıldır anımız oldu. Evet balıkçıların buzları kırıp avlanmasına tanıklık edemedik ancak bu epey zahmetli bir iş olduğundan gruplardan ortalama 400-500 TL alarak bu ana tanıklık etme fırsatı tanıdıklarını öğrenince acaba şenlikli vaktinde dahi gelsek bu parayı verir miydik bilemedik. Atlar ya da at kızağı da yoktu ancak biz Boğatepe Köyü'nde hali hazırda bu zevki dünyanın en cesur çocuklarından birinin önderliğinde tattığımız için yine eksikliğini hissetmedik. Çıldır yolu boyunca önümüze sadece tilkiler değil bir koca baykuş da çıkıverdi ve inanılmaz şaşırdık. Çıldır anlatıldığının ve fotoğraflarda göründüğünün ötesinde mutlaka gidilmesi gereken, donarak yandığınız, için için hayranlıkla baktığınız bir güzellik. Güneşin batışından sonra ise ayın aydınlığının gölün beyazı ile adeta kurlaşması ise aşkla seyredilir.


Aygır Gölü

Boğatepe Yolu üzerinde ve Çıldır'dan çok daha zorlu hava koşullarının etkili olduğu yine muhteşem bir güzellik. Çıldır'dan çok daha önceleri donuyor ama etrafında yerleşim yeri olmaması ve rakımının yüksekliğinden dolayı biraz ürkütücü. Çıldır kadar namı yoksa da görüntüsü muhteşem.

Kuyucuk Gölü

Mevsim itibariyle gidemesek de namını çokça duyduğumuz için yazmak istedim. Özellikle kuşların göç dönemleri öncesinde bir çok türü görebileceğimiz söylendi. Kuş meraklıları ve araştırmacılarının daha çok ilgisini çeken bu gölde bir de gözlem kulesi var. Ancak kime sorduysak Aralık ayında hiçbir şey göremeyeceğimizi söyleyince biz de başka bahara dedik.

Asboğa Gölü

Sarıkamış yolu üzerinde olan Asboğa Gölü de yine Aygır Gölü gibi Çıldır'ın gölgesinde kalmış ve sadece bilenlerin uğradığı bir göl. Biz bu göle de gitmedik ancak olur da vaktiniz olursa Sarıkamış'a giderken uğrayabilirsiniz.

Sarıkamış


Sarıkamış sanırım şehitlik dışında sadece kaymak ve oteller için gelinebilecek bir yer. Kars Merkezi'ne 58 km uzaklıkta. Merkezi aşırı kalabalıksa da hiç ama hiç gelişmemiş ve Kars Merkeze nazaran çok daha soğuk bir havası var. Otellerine girme şansımız olmasıysa da oldukça profesyonel kayanları görünce kış turizminin de ayrı fanları olduğunu bir defa daha anladık. Profesyoneller için ayrı bir pisti olan Sarıkamış'ın karında kaymayı pamuksu dokusu sayesinde bir çok kişi tercih ediyor. Pistin ardındaki heybetli dağlar ve çam ormanları ise göz kamaştırıyor. Biz otelleri gezmedik bu sebeple yorum yapamayacağım ama gelen kitle aşırı ortaya karışıktı bunu söyleyebilirim. Kızakta çocuğuyla poşetle kayar gibi kayan da vardı, 'bu ne abi diğer piste gidelim' ya da 'şu zamanda gelelim' diye sıkı tespitlerde bulunan uzmanlarda. 


Katerina Av Köşkü





Sarıkamış Merkez'inde 1896 da çivi kullanılmadan ahşaptan yapılmış olan köşk. Bazı kaynaklara göre 2. Çar Nikola döneminde eşi Katerina için, bazılarına göre ise hasta oğlu Aleksi için rehabilitasyon merkezi olarak kullanılmak için yaptırılmıştır. Maalesef şimdilerde tam bir harabe. Kars Merkez'inde harap olmuş yapılardan çok çok daha elim durumda olan ve tüm kötü kullanımlara aynı zamanda savunmasızlığına rağmen ihtişamıyla göz kamaştıran bu yapıyı da gördükten sonra içimiz sızladı.


Esentepe Köyü






Ani Harabelerine giderken yol üstünde bir köy var kazları ve köpekleri bir de askerleriyle sizi karşılayan. Yaşlı bir kaç nüfustan çok daha fazlası olan bu köyün adı Esentepe. Ne çarşısı var, ne de oturacak bir kahvesi ama tüm halkının kapıları gelen tüm insanlığa açık. Bizim de yolumuz düştü Ani'ye doğru giderken, kazların oradan oraya koşturmacalarını izlerken bir el kalkıyor havaya uzaktan, başında şapkasıyla selamlıyor bizi, merakla bakıyor. Yanına gider gitmez alıyor evine asla bırakmam diyor. Pek Türkçe bilmeyen ve annemden yaşça çokça büyük olan eşine çay demletiyor. Sobanın yanına konuşlanıyoruz sıcacık, biz odaya girer girmez soba keyfi bozulan beyaz kedi ise bu güzel masalın baş kahramanı adeta. Anlatıyor da anlatıyor Celal amca, çoluk çocuk, tarih, siyaset, köy halkı, cami imamının yediği haltlar derken bayağı bayağı dedikodu da yaptı ama muhabbetin sonunu hep aynı şekilde bağladı ' işte böyle babam' Çaylar içildi, Iğdır övüldü, derken geldi çattı ayrılık vakti ama ne mümkün elmalar kondu, şekerler poşetlere madem yemek yemedik alacaktık yolda yemek için evde ne var ne yoksa. Esentepe Köyü'nün hala Ermenilerden kalma evleri ve insanı ziyaret etmeniz için yeter de artar bile sebep olarak ama siz yine de giderseniz mutlaka okuluna da uğrayın. Toplam 6 köyden 206 çocuğun eğitim aldığı bu okula giderken gücünüz yettiğinizce kalem, silgi, oyuncak, kıyafet ya da gönlünüzden kopan her ne ise onu da alıp gitmeyi ihmal etmeyin. Okul müdürü önce şaşırsa da sonrasında bizi sohbeti, çayı, hem de misafirperverliği ile yine yeniden davet etti köye hem de gezdirmek için Tiflis' e kadar her yeri. Çocukları da ziyaret ettik tanıştık, fotoğraf çektik beraber birşeyler dağıttık karınca kararınca.


Boğatepe Köyü












Kars'a neden gidilir sorusu sorulduğunda Çıldır için mi yoksa Boğatepe için mi denmeli ben hala karar veremedim döndükten sonra. Ömrümüze ömür katan bu köyün namını çok duymuştum da hayalimden bile daha güzel olacağını bilememiştim. Köydeki peynir müzesini görmekti amacımız merkezden 60 km ve kapalı  yoluna girerken,  hafif de korku yok değildi içimizde. Kar, kış, kıyamet derken varınca köye ancak girişindeki okul önüne park edebildik biraz daha ilerlersek geri çıkamayacağımızı düşünerek. Derken koca bir koyun sürüsü ile karşılaştık. Bembeyaz kar içinde durmuş öylece bize bakıyorlardı, sonra az ileriden at kızağının tepesinde köyü turlayan 15 yaşlarında bir çocuk göründü onun arkasında henüz çok küçük olan tayı da koşturup duruyordu. Hayran hayran bakarken biz, iki köpek çıkageldi yanımıza yatıp yere karda işveler yapmaya başladı ve de yanlarında bir yığın kaz. Bir dede belirdi uzaktan 'müze' dedik sadece hemen sohbete giriverdi koşar ayak bizi 100 metre uzaktaki müzeye doğru götürürken. Dallarda kuşlar soğuğu umursamadan şakırdıyordu ve yarısından fazlası karla kaplı bir kapıyı çalarken biz, Boğatepe Çevre ve Yaşam Derneği'nden Celal Kazım Kömür inanılmaz güleç ifadesiyle köşeden çıkıverdi. Hemen canından çok sevdiği eşine seslendi 'Zümran çay koy misafirler var'. Bizi 150 yıllık müze binasına götürüp öyküsünü anlatmaya başladığında ise önce gıpta ile sonra gururla karışık hüzünle dolu dolu oldu gözlerimiz. En son kim yaptığı işle bu kadar gururlanıp anlatmıştı bana hiç hatırlamıyorum inanın. Müzede geçirdiğimiz 45 dakika boyunca neler neler öğrenmedik ki! Hayrandı hem tarihine, hep yaptığı işe ayrıca aşıktı hem eşine hem de çocuklarına Celal Bey. Belki de bu yüzden alıp götürdü bizi önce geçmişe, sonra hayaller alemine. Onu daha önce bir kaç youtube videosunda gördüğümü söyledim ve bir konuk evi olduğunu duyduğumu. Ziyaretçilerinden bir kaçını benim de takip ettiğimi ve bazı bloggerların ziyaretçi defterine yazdığını gördüğümü iletince ise daha da gurur duydu. 'Ne güzel bilinçli gelmişsiniz tebrik ederim' dedi. Oysa o tüm bunların binlercesi tarafından bilinmesini hak ediyordu. Köyde yaptıkları projelerden, Avrupa'dan, Kore'den gelen misafirlerinden, mandırasından, gezilerinden, öykülerinden bahsettiler sonrasında evlerinde soba yanında kurdukları masada. Ömrümde yaptığım en güzel, en sıcak, en unutulmaz kahvaltılardandı onlarla yaptığım. Eşi otları araştırıyordu, 36 çeşidi laboratuvarda araştırılmış ve onaylanmıştı, otları toplarken söylediği türkülerden ve elleri simsiyah ve çatlak dolsa da sonunda yararlarıyla insanları mutlu edeceğini düşünerek bu sorunsala hiç takılmadığından bahsetti Zümran Hanım. Mandıralarına indik sonra el emeği göz nuru ürünlerinden satın aldık şehir merkezindeki fiyatlara hem de hasını, kralını, en organiğini, dahası müjde telefonlarını da aldım olur da uzaklardan sipariş vermek isteyen olur diye. ( 532 251 0020) Birbirimize veda ederken en küçük oğulları Cihangir'in bizi at kızağı ile köyde gezdirmesi de mutluluğumuza mutluluk kattı. Yolunuz Kars'a düşerse mutlaka ama mutlaka uğrayın derim. 






YEME İÇME 



Hanımeli Ev Yemekleri



Emniyet Müdürlüğü Binasının sağ çaprazında Dilek Hanım ve eşinin işlettiği ve her türlü yöresel yemeği tadabileceğiniz bir mekan. Bir saatinizi yemeğe ayırırsanız üzülebilirsiniz çünkü buradaki sohbetle sobanın sıcağı birleşince insan sandalyesine iyice yapıştığını hissediyor. Üstüne üstlük bir de akordiyon çalıyor mekan sahipleri ve çalan şarkıların da Kars tarihinde yerinin olmasına dikkat ediliyor. İki kişi iki ayrı çorba, kaz etli bulgurlu ana yemek, turşu, un helvası ( ömründe böyle güzelini yemedim), ev yoğurdu toplam 80 TL hesap ödedik menü gibi birşey yoktu neye ne kadar verdiğimizi bilmiyorum ama mutlaka uğrayın derim. Sobanın yanına oturun ve kendinizi tamamen içerideki ablalara bırakın :)

Hanımeli Kars Mutfağı / Ortakapı Mah. Faikbey Caddesi Emniyet Müdürlüğü Karşısı No:16     474 2126131 







Atalay'ın Yeri Balık Restaurant


Çıldır'da bildiğim kadarıyla üç mekandan biri ve diğerlerinden ayrılan yönünün alkol olduğunu söylediler ancak diğerlerine gitmediğim için bunun ne kadar doğru olduğuna emin değilim. Bana kalırsa masal diyarlarında bulunan ve soğukta koşarak sığınacağınız bir saray adeta. Kapısında türküler karşılıyor sizi bir de dilek ağacı rengarenk, gittiğimiz tarih henüz sömestr kalabalığı içermediğinden içerisi sessiz. Bir çay verir misiniz diyorum sorgusuzca uzanıyor tavşan kanı çay ellerime ve ben tekrar dışarı çıkıyorum. Çıldır'ın mükemmelliği mi, mekanın sıcaklığı mı, birazdan yiyecek olduğumuz balığa aşermelerimiz mi? Hangisi o an beni benden alan bilemedim. Evet doğru tahmin ettiniz ben bu yere aşık oldum :) Bir sarı kedi vardı ki içeride zaten onunla balık yemenin keyfini kelimelere dökemeyeceğim. Sonra Atalay abi çıkageldi, süper misafirperverdi, masamıza meyve tabağı bile gönderdi. Sarı balık yedik herkes gibi ama o porsiyonlarla değil bir kişi, üç kişi doyabilirdi. Şalgam, bir duble rakı, bir bira, salata ve balıklara 70 TL verdik ki aldığımız hizmet için hiçbir şeydi. Çıkarken son derece samimi bir şekilde çadır için de yerim var beklerim demeyi de ihmal etmedi Atalay abi.

Çıldır Gölü Kenarı / Çıldır 535 2110348 


Antik Cafe


Kars şehir merkezinde at heykelinin hemen yanında bir şarkı ya da türkü sesi bir gece kulağımıza öyle bir işledi ki, bir sonraki gece kapısından kafamızı sokmadan edemedik. Çay eşliğinde kendinden geçen gençlik ve yanık sesli bir solist vardı tam teçhizatıyla sahnede. Kahve aldık biz de 8-10 parça dinledik, keyifliydi. Ara ara hareketlenip sonra birden hüzünle devam etmesi solistin, duygu karmaşası yaratsa da biz yine de çok eğlendik.


Sarıkamış Kültür Evi


Sarıkamış çarşıda ara sokaklarda bir yerde oda içinde oda küçücük bir ev burası. Bir sobası vardı ki girer girmez beynim yandı, öyle harlı !  Çok dar bir mekan olmakla birlikte gitmeden bir gün önce sipariş vermek lazımmış çünkü menüde içecek dışında menemen, mantı, sac kavurma vardı. Bunun dışında yöresel yemek istendiği takdirde gruplar halinde ve önceden rezervasyon yapmak lazımmış. Biz bunu bilemediğimizden açıkta kaldık bu sebeple bir salep bir oralet ile soba başında az biraz sohbet edip ayrıldık. Çok sevmedik bu mekanı, aşırı loş ve dumanlıydı ama doğrusu aynı zamanda farklıydı. Bu arada fiyatları çok çok ucuz.

Özcanbana Lokantası


Yine Sarıkamış Çarşı'da yemek yenilebilecek bir kaç yerden biri. Fiyatlar Kars Merkez'e nazaran bedava diyebilirim. İşkembe ya da paça çorbası varsa affetmeyin derim ama dönerini pek önermem. Sarıkamış halkı da güvenle yemek yiyebileceğimiz bir yer olduğunu söylediği için tercih ettik ve gerek esnaf samimiyetini gerekse yemek lezzetlerini ve en çok da fiyat / performansını beğendik. İki kişi çorba, döner, içecek, salata 32 TL hesap ödedik.

Kale Kafe


Kars Kale'sinin içinde ve Sarıkamış Kültür Evi'nin loşluğunu aratmayan, ortasında sobanın konuşlandığı ayak üstü soluklanmalık ve manzarası çok güzel bir kafe. Çok hijyen olduğunu düşünmüyorum o sebeple birşeyler içmek daha makul bir tercih olacaktır. Gözleme, demlik çay, salep, köfte gibi seçenekler var menüde ve yine fiyatlar çok makul. Biraz soğuk yaklaşıma sahip olsalar da uğramaya değer.






HEDİYELİK EŞYA


Bal, kavılca bulguru, kaz eti, ördek eti, peynir ve tereyağı şehirden ayrılırken mutlaka almanız gerekenler yiyeceklerden evet ama peki ya hediyelik eşya derseniz biz sadece tek bir yerde gördük o da Kaz Evi'nin karşısında küçücük bir dükkandı. Ortalama 25-55 TL arasında kilise, cami, hamam ya da taş köprü bibloları vardı. Bunun dışında bir yerde hiç Kars'ı anlatan ya da hatırlatan bir hediyelik eşya dükkanı görmedim desem yeridir. Ama belki ucuzluk pazarları ya da kırtasiyelerin içinde vardır kim bilir.



Başka bir seyahat plan ve paylaşımında bulunana dek sağlıkla kalın.