Büyükada'dan sonra en büyük ada olan Heybeliada tepeden bakıldığında heybe gibi görünmesinden dolayı almış bu ismi ve öne çıkan yanı yeşilinin etkisiyle temiz havasıymış zamanında. Maalesef bakımsızlıktan dolayı içler acısı bir hal almışsa da yeşili, pislikten geçilmiyorsa da koyları 2 gece 3 gün bize farklı bir dünyanın kapısını aralayıp kafamızı dinleme fırsatı sunduğu için şanslı hissettik gezinin sonunda kendimizi.
Bundan sonra hem köpekli hem de bebekli bir aile olarak işimiz iyice zorlaşsa da Heybeliada da diğer adalar gibi bizim gibi köpekle konaklama yapacaklar için bir pansiyon maalesef bulunmamakta. Kaldı ki zaten o kadar az pansiyon ya da günlük kiralık ev var ki yokluktan dolayı evinin odasını kiralayan birilerini de şans eseri çarşıda gezerken biriyle tanışıp son dakika bulmanız dahi olası. Biz ise köpeğimiz nedeniyle airbnb den araştırma yaparak oldukça eski ve tahta bir evin üst katındaki küçük odada kendimize yer bulma şansı yakaladık. Eve OHAL dolayısıyla ara sıra baskınlar yapılıp ada dışından birilerinin konakla yapması pek uygun karşılanmıyormuş ancak air bnb yorumlarımızın iyi olmasından dolayı çabucak kabul gördük. Ev dışarıdan ve fotoğraflarından süper görünüyordu lakin maalesef fazlasıyla pisti. Ben işin huzur kısmını daha çok dikkate alarak keyfimin kaçmasına izin vermedim ama bebekle asla girilmez ve hatta hamile gitmek bile bir cesaret işiymiş sonradan anladım. Toplamda üç kattan oluşan evin odaları en üst katta, mutfağı, salonu, banyosu ise giriş katta idi bu da her defasında aşırı sesli olan tahta merdivenleri inmek ve çıkmak zorunluluğu demekti. Ev sahibemiz aşırı derecede nevi şahsına münhasır, ani parlayan, çabuk sönen, aslında iyi niyetli ancak bunu anlamanız için sabırlı olmanız gereken 'farklı' bir bayandı. Öyleki senelerdir yurt içi ve yurt dışı air bnb deneyimimiz oldu ve hiç 'siz beni aramalı yol tarifi almalısınız' tripleri yaşamadım. Rezervasyon yapar yapmaz ev sahiplerinden aşırı detaylı yol tarifi alıp vakti zamanında giriş - çıkış yapıyorduk. Öyle ki buraya vakitlice gelmişsek de hanımefendi daha yeni uyandığı için bize söylendi :) Neyse sonunda tatlıya bağladık velhasılı.
Evimiz iskeleye 700 metre mesafedeydi ancak bunun bir kısmı yokuşluydu. Aslında adanın yerleşim yerlerinin genellikle yokuşlu alanda olmasından dolayı buna da takılmamak lazımdı. İskeleye yürümenin zorluk yaratmayacağı bir mesafe olmasının yanı sıra kalabalıktan da biraz uzakta sakin bir sokakta olması geceleri ve sabahları oldukça sükutla vakit geçirmemizi sağladı. Odanın üst katta olması merdiven zorluğunun yanı sıra süper bir manzara sunuyordu!
Fiyata gelince iki kişi iki gece 560 TL verdik ve maalesef kahvaltı bile yoktu. Evet aşırı pahalı olduğunun farkındayım ancak hem yaz, hem köpekli olunca İstanbul yakınları fiyatlandırması bu şekilde. Mesela Budapeşte de 4 gece 2 kişi 330 TL ödemiştik iki sene önce :) Ancak dediğim gibi şartlarınız ne kadar kısıtlı o kadar 'ne yapalım' demek durumunda kalıyorsunuz önünüze çıkan fırsatlara.
Buranın da fotoğrafını almıştım belki olur da konaklama için farklı bir alternatif olur diye ancak içinin nasıl olduğu ya da fiyatlandırması konusunda maalesef bir bilgim yok.
Peki Heybeliada da neler yapılır?
Uzun uzun yürüyüşler, martı sesleri ile koy koy mest olmalar, biraz da olsa tarih gezintisi, güzel yemekler ve vaktiniz varsa komşu adaları gezmek sanırım temelde yapılabilecek aktivitelerin başında geliyor. Biz de 7 aylık hamile halimle adım adım turladık adayı ve her bir detayını gözlemleme ve yaşama şansımız oldu. Çam ormanlarının arasında aslında her yanı ile mükemmel olacakken neden bu kadar kendi haline bırakıldığını ve neden bu kadar pis olduğuna, tarihine sahip çıkılmadığına anlam vermeye çalışarak yürüdük durduk. Bazen 'yazık', bazen 'iyi ki geldik' dedik, bazen de 'keşke daha farklı koşulları olsaydı tadından yenmezdi.' Burgazada'ya da akşam yemeği için uğradık ancak Burgaz'ı farklı bir yazıda anlatmak istiyorum. Gezilecek yerleri ve yemek yenilecek yerlerine geçmeden önce ise şunu belirtmekte fayda görüyorum maalesef bu gezi sonrası köpeğimiz pire alerjisi oldu. Adanın bakımsızlık ve pisliğinin bize bir aylık hastalık olarak geri dönmesi hoş olmadı o sebeple evcil hayvanınız ile gidecekseniz mutlaka pire tasması alın ya da ahşap bir yerde konaklama yapmayın. Özellikle bizimki gibi hassas bir ırk ile çok mağdur olursunuz.
Hüseyin Rahmi Gürpınar Müzesi:
Maalesef kapısında kilidi üzerinde 'restorasyon nedeniyle kapalıyız' notuyla kaderine terk edilmiş ve içler acısı haldeydi. Bahçesine dahi giremedik yakınındaki ormanda yürüyüşle yetindik.
Çiçekli Dağ Sokağı:
Zeyyad Selimoğlu'nun romanına adını veren yemyeşil ve aşırı sakin bir o kadar da huzurlu sokak. Merdivenlerinde oturup yanınıza aldı iseniz soğuk bir şeyler içebilir sükutu içinize içinize çekebilirsiniz. İsmet İnönü Müzesi'nin çok yakınındaydı ve durup bir nefes aldık.
İnönü Evi Müzesi:
Hüseyin Rahmi Gürpınar Müzesi'nden şanslı olarak gönüllülerin ayakta tuttuğu işini severek yaptığı her halinden belli olan bir rehber eşliğinde gezdiğimiz müze olarak kaldı aklımızda. Sade ve tarih kokan bu yapı maalesef ki hiçbir kamera vs olmaksızın kendi halinde bir kaç tarih sever tarafından korunuyor. Cumhuriyet tarihinden çok güzel kesitler var ve akşam 17:00'ya kadar ücretsiz gezilebiliyor. 15 dakika ayırmanız yeterli olacaktır mutlaka uğrayın derim.
Aya Nikola Rum Ortodoks Kilisesi:
Çarşının ortasında güzel bir yapı ve bahçesi de oldukça temiz ve güzel ancak kapısında 'Burası ibadet yeridir, müze değildir' yazdığından ve gezmek için girenler çok hoş karşılanmadığından içeri girmedik.
Heybeliada Ruhban Okulu / Aya Triada Kilisesi:
Adada kısıtlı vaktiniz var ise sanırım ilk uğramanız gereken yer diyebilirim. Bakımlı ve temiz olması ayrı, bahçesi ayrı, manzarası ayrı, tarihinin korunması ile ayrı takdir edilesi olan ruhban okulunun yolu fazlasıyla yokuşlu ve yorucu. Ancak o yokuşun sonunda sizi bekleyen cennet bahçesini düşünüp yorgunluğunuzu unutmanız menfaatinize olur diyebilirim. Her gün sabah 9 akşam 4 arası açık ve maalesef saatler konusunda biraz katı kuralları var. Kilise bölümü ve ilk katı aynı zamanda kütüphanesi ziyarete açık. İçeride su ikramı ve tuvalet var yani yolun sonunda bunlara çokça ihtiyacınız olacak bu sebeple belirtmekte fayda var. Çalışaları yapıcı ve sakin. Bahçedeki keçileri sevmeyi unutmayın :)
El Sanatları Sokağı:
Sahilden yukarı doğru çıkarken solda kalan ve genellikle akşamları açık bu sokakta çok güzel bileklikler ve kolyeler bulmak mümkün. Özellikle bak-kal tarasımın standına uğramanızı tavsiye ederim.
Çam Limanı Mesire Yeri:
Sanatoryumun hemen dibinde güzel manzaralı, bir kaç ahşap masanın olduğu ve çay, kahve soda alabileceğiniz, içiniz yanmışsa serinleyebileceğiniz bir minik dinlenme alanı. Soluklanırken bol bol fotoğraf çekebilir, doğayı ve kendinizi dinleyebilirsiniz.
Heybeliada Sanatoryumu:
Maalesef kapalı ve aşırı pis. Bahçesinde dolaşmak bir yana dursun, halı yıkama merkezi gibi kullanılması resmen içler acısı. Sahile biraz uzak ve tertemiz havası dolayısıyla döneminin en iyi tedavi merkeziymiş lakin şuan öyle bakımsız ve kötü kokuyor ki insan gerçekten ağlamaklı oluyor. Yerinde gören ve keşke ziyarete açılsa, temizlense, paklansa diyenlerden olduk maalesef.
Heybeliada Çam Limanı:
Liman güzel ve manzarası süper lakin saçma sapan 'beach club'lar var ve enteresan müzikler kulak tırmalıyordu. Denize girenlerin sayısı azımsanamayacak kadarsa da bana üstüne para verseler girmezdim sanırım o kadar leş bir görüntü vardı. Her bir yanını ayrı bir çakalın sandalye atarak 'şu kadar paraya oturabilirsiniz' diye etrafınızda kol gezdiği saçma bir ticari alan oluvermiş yazık ki ne yazık. Ancak sanırım tekne ya da yat ile biraz daha açılıp denize girenler temizliğinden pek memnun kalıyormuş. Bir gün bize de kısmet olur belki ne diyelim :)
Türk Kızılayı Heybeliada Gençlik Kampı:
İçeride gençler çok mutlu görünüyordu ancak kamp sezonu olması ve öğrencilerin yemek saatine denk gelmesi sebebiyle biz girip gezemedik. Kapıda görevli ve oldukça beyefendi duruşu olan biri ile sohbet ettik ve biz pek başarılı bulduk. 15-18 yaş aralığı gençleri misafir eden kamp alanında outdoor sporlar, trekking ve geleneksel sporlar ile ilgilenip dinlenme ve eğlenme fırsatı yakalıyormuş. Temiz, bakımlı ve oldukça keyifli görünüyordu.
Alman Koyu:
Hamile halimle hem meraktan hem de adım atılmadık yer bırakmayalım aşkından o uzun ve zorlu yolu aldıktan sonra üstüne üstlük dik mi dik zorlu mu zorlu onlarca merdiven indim. Adalı bir bey tarafından işletilen yine oldukça bakımsız ve leş bir ortamı olan küçücük bir koy karşıladı bizi. Su fazlası ile yosunlu ve kocaman kayalar vardı. Maalesef köpeğimiz burada beş dakika suya girip sonrasına günlerce hasta oldu. İşletmecisine kalırsa çok temiz ve dahi en temiz su buradaydı ama bize göre görüntü öyle demiyordu. Belki biraz daha açıklıkta çok daha temiz ve güzel bir hal alıyordur ama özellikle koydan çocukları yüzdürelim düşüncesi ile ziyaret edilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Bu arada 'işletme' dediğim yer küçücük bir baraka ve soğuk içecekler satılıyor. Yine fazlası ile pis ve pahalı. Biz birşeyler içip kalktık çünkü şezlonga oturmak dahi duş ve tuvalet olmamasına rağmen 25 TL idi. Böyle güzelim alanlar neden talan ediliyor hiçbir anlam veremiyorum.
Kablo Beach Club / Camping:
Sanırım gittiğimiz koylar arasında en temizi ve en iyi işletileni. Ancak deniz maalesef berbat görünüyordu zaten tepeden baktığınızda yemyeşil çünkü su koy boyunca baştan sona ot dolu. Düzenli bir yapı ve duştan tuvalete ihtiyacınız olan her şey var. Denize girilmese de sessiz ve sakin bir şekilde güneşlenebilirsiniz. Müzikleri de diğer koylara nazaran oldukça iyiydi. Üst kısmında ise çok güzel renklendirilmiş bir çay bahçesi var. Hamaklarda sallanabilir ve süper manzarasında birşeyler yiyip içebilirsiniz. Çok acıktı iseniz diğer pek çok yere nazaran eli ayağı düzgün bir yerse de elbette fiyat performans açısından çok beklentiye girmeyin. Ada da ulaşımında zorlanıp da gittiğimize değdi dediğimiz Ruhban Okulu'ndan sonra ikinci duraktı desem yalan olmaz.
Uçurum Kilisesi:
Deniz Lisesi'nden yukarı doğru tırmanırken solda süper manzaralı bir kilise. Açıkçası biz girilecek bir kapı göremedik en azından halka açık olan, etrafında da insanlar yoktu ziyaret edilebildiğinden şüpheliyim ancak bazı bloglarda girip gezen olduğunu okudum belki de eskiden ziyarete açıktır.
Değirmenburnu Piknik Alanı:
Piknikten ziyade girip yürüyüş yapmak istedik ancak giriş ücretliydi. Sanırım 5 TL idi ancak bize manasız geldi sırf bu yüzden girmedik zaten az vaktimiz kalmıştı adada ve son günümüzdü dahası pazar günü olduğu için alan inanılmaz kalabalık görünüyordu. Ancak Uçurum Kilisesi'nden biraz daha yukarı çıkınca tali bir yol var oradan da kendinizi aşağı saldığınızda aynı yere çıkıyor üstelik ücret vermemiş oluyorsunuz :) Adalılardan birine sorarsanız size yolu gösterecektir. Aynı zamanda gün batımı çok güzelmiş
Heybeliada Su Sporları Kulübü:
Burası adalıların mekanı ve pek kalabalık. İçeri girebilmek için kulüp üyesi olmak gerekiyor ve büyük bir havuzu, restaurantları var. Buraya giriş için yol göstermesi ev sahibemizin bize yaptığı ikinci güzellik olacaktı ancak yanlış bilgilendirme ile zulme dönüştü. Son sabah kahvaltımızı yapmak adına çıkarken aslında üye olmasak bile içeride bir restauranta girebileceğimizi ve orada da arkadaşı olduğunu söyleyerek danışmaya girip ricada bulunursak alınabileceğimizi iletti. Biz ise köpeğimiz olduğunu ve muhtemelen içeri sokulmayacağımızı ilettik ancak ev sahibemiz alanda çok köpek gördüğünü herkesin köpeği ile girdiğini iletti. Danışmada içerideki restaurantta kahvaltı yapıp çıkacağımızı havuzu vs kullanmayacağımızı işletmesinin özel olması sebebiyle restauranta giriş yapmak için bilmem kim beyi arayabileceklerini söyledik. Onlar da aradı ve izin çıktı ancak köpek ile giriş yasak dediler ve maceramız olumsuz sonuçlandı. Geri dönüş yolu pek zorluydu. Ancak bence köpeğiniz yoksa siz de aynı yol ile içeride kahvaltı yapabilirsiniz. Maalesef o beyin adını hatırlayamıyorum ama bir sorun olacağını sanmıyorum. Ortam oldukça nezih görünüyor gelenler ise tam bir eski İstanbullu edası ile süzülüyordu.
Terk-i Dünya Manastırı:
Oldukça yorulduğumuz ikinci gün uğrayamadığımız sonradan da çokça üzüldüğümüz bir yer oldu. Aslında yürüdüğümüz yoldan az biraz içerideydi 300-400 metre kadar ama o an gözümüzde çok büyüdü. Hayata veda etmek için gelen bir keşişin kulübesi sonradan manastıra çevrilmiş ve mezarı ise yine aynı alanda manzaraya bakıyormuş. Yine uğramamızı tavsiye edenler çay kahve ikramları olduğunu ve manzarada harika gittiğini bahçesinin de çok huzurlu olduğunu iletti. Artık bir başka sefere diyelim.
Halki Palas Oteli ( Merit Otel) :
İnönü Müzesi'nin hemen karşısında adalar bölgesinin en eski ve görkemli otellerinden. Hukuki süreçlerden dolayı el değiştirip açıldı - kapandı haberleri kol geziyor ancak biz yine köpekli olduğumuzdan ancak ihtişamını uzaktan izledik. Belki açık yakalayıp bir kahve içme şansı yakalarsınız.
Süslü Mezar:
Terk-i Dünya Manastırı ve Uçurum Kilisesi ile çok yakın 150 yıl önce İtalya'dan getirilen renkli camlı melek heykeli ile adalılar tarafından süslü mezar olarak anılmaya başlanmış. 19. Yüzyılda Büyük Britanya İmparatorluğunun Gemlik başkonsolosluğunu yapan ve zengin bir insan olan Spiridon Kangelaris tarafından 4 Ağustos 1865 yılında ölen eşi Sevasti için yaptırılmış. Ancak bulunduğu bölgede çok fazla köpek olması ve hamile halimle Dollar (köpeğimiz) ile başka köpeğin kavgasına katlanamayacak olduğum için ziyaret edemedik maalesef.
Deniz ( Bahriye Lisesi):
1773 yılında hizmete giren lisenin bugünlerde ancak martılar konan bahçesini izleyip poyrazdan nasibinizi alırken boşalan lojmanlarına iç çeke çeke bakakalıyorsunuz.
Halk(andon) Eczanesi:
1903 te kurulmuş ancak bugünlerde hiçbir esprisi yok çünkü binanın eski hali ile hiçbir ilgisi olmayıp sıradan bir eczane görüntüsüne sahip sadece tabelasında tarihi olduğu vurgusu var hepsi bu.
YEME İÇME
Konaklama yaptığımız evde mutfak vardı ve her airbnb evi gibi kullanabilirdik ancak zaten kısıtlı zaman olduğundan adadaki yerlerden yeme içmeye karar verdik.
Meltem Pastanesi:
Çarşının tam ortasında bol bol hamur işi çeşitleri olan ve sabahları özellikle vapurların yanaşması ile oturacak yer bulmakta zorlanabileceğiniz sirkülasyonu bol, tüm ürünleri taze küçücük bir mekan. Açıkça konuşmak gerekirse yediklerimizin kokusu lezzetinden daha güzeldi. Hemen hemen herşeyini denedik ve sanırım hepsinin tadını da ortalama bulduk. Boyoz da çıkıyor özellikle akşamları ancak bildiğimiz İzmir boyozundan oldukça farklı.
Luz Cafe:
Aslında mekanın içi de dışı da minicik ve sevimli ama çalışanların tavrı buz gibi. Hoşgeldin beş gittin muhabbeti olmadığı gibi sorulara da zorunlu cevap verir gibiler. Pek sakin ve serinlemek adına limonatası içilir, adaya gelen giden kesilir :p
Farklı Bi' Yer:
Böyle öğrenci kantininde bulunan aperatifleri gibi menüleri var ve her masaya farklı bir şehir ismi verilmiş. Çarşının lise tarafında yazın dahi püfür püfür esiyor ve çalışanları oldukça kibar aynı zamanda hayvansever. Birşeyler atıştırırken adanın minyatür haritasını da temin edebilirsiniz.
Tarihi Roma Dondurma:
Elbette Burgaz'ın Sinem dondurmacısının yanında bir hiç ama yoklukta gidiyor, oldukça ucuz. Yine lise tarafında.
Halki Restaurant:
Ev sahibemizin bize yaptığı tek güzellik bize yaptığı bu öneriydi sanırım. Sahibesi inanılmaz keyifli ve misafirperver olan mekanın tüm mezeleri mükemmel. Balıkları taze ve fiyatları da bu konseptli bir yere göre gayet uygun. Yanındaki mekanlardan gelen gereksiz gürültü olmasa müzikleri de gayet iyi. Kesinlikle bir akşam yemeği yemelisiniz.
Sandal:
Bulunduğu alanda eli yüzü düzgün ve temiz tek yer sanırım. Yaşlarına meydan okuyan enerjileri olan bir kaç beyefendi tarafından işletiliyor birşeyler içerken rüzgarı ve denizi karşınıza alıp kitap okumak için birebir.
Coşkun'un Ora:
Adını duyunca kıraathane gibi bir yer canlanmıştı kafamda ama asla öyle bir yer değil. Moda Çay Bahçesi tadında bir yer. Fiyatlar normal, ürünler vasat / normal arası ama manzara kusurları kapatıyor, müzikleri de öyle.
Kayıkhane:
Çarşının tam da göbeğinde balık-ekmek ve porsiyon balıkta hem adanın pek çok yerine göre uygun fiyatlı olması, hem çalışanlarının kibarlığıyla bir öğlen yemeği yenmesi gereken yerlerden diye düşünüyorum. Dışarıdaki masaların azlığı moralinizi bozmasın içerisi de ayrı ferah ve güzel üstelik adada tuvaletin ücretsiz olduğu nadir mekanlardan:P
Perili Köşk:
Üç yıl önce günübirlik bir gezimizde uğramış pek sevmiştik aslında burayı ama bu defa çok fazla olumsuz yorum okuduk ve adalıların kendilerini hiç sevmediğini fark ettik bir de gereksiz pahalılığı sebebiyle oturmaktan vazgeçtik. Hem konsepti hem de yemekleri çok güzeldi ancak sanırım el değiştirmiş ve bomboş görünüyordu belki ilerleyen yıllarda yeniden eskisi gibi parlar kim bilir.