Gezmeyi hiç aklından çıkarmayan tüm herkes gibi bir yıl öncesinden başlıyorum artık resmi tatillere bakmaya. Malum ülkemizin iş saatleri ömrün tamamını hedef aldığından hafta sonu da İstanbul'da yaşayan biri en fazla Kocaeline kadar yol alabildiğinden resmi tatilleri değerlendirmek lazım.
Bu konuda 2016 yılı kadar cömert bir yılı bir daha bulmak uzun süre mümkün olmayabilir. Tam da bu yüzden bu yıl elimizden geldiğince erkenden yapmaya başladık programları. 19 Mayıs, 20 Mayıs ile birleşip 3 gece 4 günlük süper bir tatile gebe olabilirdi tam da bu yüzden 19 Mayıs sabahı erkenden koyulduk yola.
1. Gün ( Sapanca - Düzce- Amasra )
Yola geceden ya da sabahın ilk ışıkları çıkmak en büyük arzumuzsa da yorgunluktan dolayı sabah 8'i buldu çıkmamız. Olsundu bir kaç saat için canımızı sıkacak değildik ya. Güzergahda kahvaltı için nerede durmalı diye bakındığımızda Sapanca en güzel seçenekti. Zaten kamp kurmayı hedeflemişiz, yanımızda masamız, sandalyelerimiz, yiyecek, içecek herşeyimiz tamamdı. Sapancayı klasik İstanbulluların aksine çok bilmiyor oluşumuzun nedeni Avrupa yakasında oluşumuz sanırım, özellikle Silivri, Çatalca, Büyükçekmece gibi seçenekler varken çok uzak geliyor bize, bu nedenle hemen internetten araştırma yapmaya başladım ve Uzunkum'da karar kıldım.
Uzunkum belediyenin tesisinin olduğu minicik ve tertemiz bir alandı. Uzun bir koşu ve bisiklet parkuru , bir de ücretsiz masa sandalyelerin olduğu bir alanı vardı, küçük bir büfe, bir de tuvaletler. Sapanca gölü boyunca en sessiz sakin yerdir belki de ya da bize öyle geldi bilmiyorum. Göl kenarında fazlasıyla kahvaltı mekanları var ve tıklık tıklım ama onların aksine sessiz sedasız burası. Biraz uzak gibi çarşısına belki ondandır kim bilir. Göle nazır bu yerde mis gibi bir kahvaltı yaptık biraz dinlendik ve sonrasında koyulduk yola.
Düzce'nin bu güzergahda ne işi var diyenler: küçük kardeşim Düzce'de okuyor (du) :) Okul bitti biz her yere gittik bir bu şehre gidemedik. Bir zamanlar Akçakoca'yı çok güzel gezmişsek de Düzce merkez bizden sonra üniversiteye sahip olmuş dolayısıyla kendisine birşeyler katmıştır dedik ve yolumuzun üstündeki bu ilimize de uğramayı ihmal etmedik. Vaktin kısıtlı ve planların fazlalığı nedeniyle bir kaç saat geçirdiğimiz, mekan olarak ise Gani Gastro Cafe'de oturduğumuz bu ilin çevresi nasıldır bilemesek de merkezinin aşırı tırt olduğunu söylemek mümkün. Gereksiz yere vakit harcamayın ve hiç uğramayın desek yeridir zira. Gürültüden başka bir şey olmayan Gani Castro Cafe ise neden çılgınlar gibi kalabalıktı onu anlamakta ayrı bir güçlük çektik tabii.
Düzcenin ardından akşam üstü Amasra'ya vardık. 19 Mayıs tatili sebebiyle yoğun olan Amasra'ya karşı daha girer girmez bir sempatimiz olmadı değil. Arabamızı sahile park ettik ve hemen başladık gezmeye çevreyi. Avuç içi kadar bir yer olmakla birlikte bir gecelik konaklamanın Amasra'nın merkezini gezmek için yeterli olduğunu düşünmedik değil. Balıkçıları, doğası, yeşili, kendine has esintisi ile sevdik bu beldeyi doğrusu ama keşke daha az kalabalık olsaydı ki yaz geldiğinde hiç çekilmeyeceğine dair izlenimlerimiz olmadı değil.
Amasra'da gezilecek yerler:
Amasra Kalesi, Çekiciler Çarşısı, Ağlayan Ağaç, Fener, Kemere Köprüsü, Tavşan Adası,Barış Akarsu Parkı, Çakraz Plajı, İnkumu, Amasra Müzesi, Kuş Kayası Anıtı, Cenova Şatosu, Büyük ve Küçük Liman ve Gürcüoluk Mağarası.
Bir gece kalarak tüm bu yerler nasıl gezilir derseniz zaten bir çoğu yan yana ve yürüme mesafesinde. Limanlar balıkçılarla dolmuş taşmış kıyı kıyı tekne turları oluyor bize biraz fazla şatafatlı geldi. Balıkçıların bazıları aşırı salaş bazıları ise fiyatlara aşırı abanmış. Örneğin Mustafa Amca'nın yeri; kazara bayram, resmi tatil, hafta sonu gelmişseniz asla doğru düzgün bir hizmet alamaz ve insani bir ücret ödemezsiniz. Biz Çekiciler çarşısını gezerken bir teyze şuan balık sezonu değil zaten kimse taze balık satmıyor oturun bir balık ekmekçiye dedi biz de öyle yaptık. Carlos'ta balık ekmek yedik. Ama siz daha şık bir yemek isterseniz limana yakın Çeşmi Cihan Restaurant ya da Sahil Balık Restaurant veya Mustafa Amca'nın Yeri'ne uğrayabilirsiniz elbette. Araba parkı biraz zor olduğundan limana park edip yürümenizi tavsiye ederim.
Kale, ağaç, köprü, çarşı adım adım birbirine çıkan yollar, ağaç işin esprisiymiş zaten ağladığı falan yokmuş :) Lakin manzarası güzel, akşam üstü çıkarsanız yanınıza sandalye ve şarap alabilir, gün batımını izleyebilirsiniz pekala. Tavşan adasını dürbün ile izleyebilir, ağacın gölgesinde çay içebilirsiniz.
Çekiciler çarşının bize çok çekici geldiğini söyleyemeyeceğim; zaten uzun zamandır türkiyedeki çarşılara gıcığım, reçel alırım marketten alınma çıkar, salça alırım bozuk çıkar, yemeni alırım bizim pazarda beşte bir fiyatına satılır. Diyeceksiniz ki halk para kazansın; evet kazansın ama üretmeyi de bilsin öyle değil mi? Tahtakale'de aynı ürünler, Safranbolu'da aynı, Odunpazarı'nda aynı, Çekiciler de aynı, hep aynı çin malı ürünler, zaten biblodur hediyelik eşyadır vazgeçtik onlardan ama bari yiyecekler biraz özenli olsun. Bu konuda Safranbolu'nun Çekiciler yani Amasra'dan daha önde olduğunu söyleyebilirim daha temiz ve düzenli bir çarşısı var. Eğer iki yere de uğrayacaksanız alışverişinizi Safranbolu'dan yapın Çekiciler'den bir şey almayın derim ben naçizane:)
Barış Akarsu Parkı ve küçük liman maalesef oldukça pisti, manzarası güzelse de bakımsızlığı üzdü, bir kaç kare fotoğraf almak dışında bir eylem gerçekleştiremedik maalesef. Bu arada denizden ne çıksa yiyen bir çift olarak son zamanlarda balık sevmeyen azımsanamayacak sayıda arkadaşımız olduğunu fark ettik. Bu nedenle yeri gelmişken söyleyeyim eğer balık sevmiyorsanız büyük liman ile küçük liman arasındaki yerlerde bol miktarda lahmacun, adana, urfa, dönerciler var. Ve hatta balıkçılardan daha da kalabalıktı.
Bu yerleri gezip gördükten sonra çadırımızla nerede konaklarız sorusunun yanıtını yine çarşıda bir ağabeyden aldık hem yakın hem sakin 'ÇAKRAZ PLAJI'
Gerçekten de yakındı 8-10 km arası bir mesafede, iki dağın arasında avuç içi kadar küçük olan bu koy Amasra'nın aksine aşırı sessiz geldi bize, pansiyonların kenarında rakı balık yapan bir kaç konuk dışında kimsecikler yoktu. Sahile yanaştık, gözümüze kestirdiğimiz bir yere başladık kurmaya çadırımızı meraklı bakışlar arasında. Bir kaç amca gelip selam verdi, meraklarını giderecek temel sorular yöneltti nereden gelmiştik, ne kadar kalacaktık vs vs. Bir pansiyon sahibi kapısının önündeki suyundan dilediğimizce yararlanabileceğimizi söyleyip ayrıldı yanımızdan. Saat ilerledikçe herkes odasına çekildi biz de gaz lambamızı yakıp müzikler dinledik, sohbet ettik, bir zaman sonra çadırımıza çekildik.
Gece zorluydu, denize çok yakındık ve çok dalga vardı dolayısıyla da ses. Evet deniz ve dalga sesi dinlendirirdi ama bu kulakları sağır eden bir sesti ve dahası çok soğuktu. Sorun etmedik, bunları tahmin etmiştik, kampı ya da çadırı eğlenceli kılan da buydu. Çok güzel ve farklı bir gece geçirdik. Rahatsız olduğumuz tek ses sonradan sebebini anlasak da o an elimizden birşey gelmediği için üzülmekle kaldığımız bir köpek yavrusunun çığlıklarla karışık havlamasıydı.
Sorun şu ki hem bizim kıza kızmıştı kendi alanına geldi diye hem de aç ve susuzdu. Geç kalmadan yanına gidip mama ve su verdik ama bizim kızdan kaynaklanan gerginliği devam etti ve hiç susmadı. Rahatsız olduğumuz sesi ya da çığlığı değildi elbette ona verdiğimiz olası huzursuzluktu. Ayrılırken kendisinden bolca af diledik.
Kamp günlükleri adını verdiğim karalamalara çadırımızın içindeki minik ışığın altında başladım. Macera yeni başlamıştı :)