Bu sene leyleği havada gördük evet. Ne var yani, gezmek eğlenmek gerek ve şimdi değil de ne zaman? Bastonlarla gezecek niyette değilsek haydi harekete geçelim o zaman. Borç bitsin de, yıllık izin gelsin de, çocuk büyüsün de, kış bitsin de... Bitmeezzzz... Ben evcimenim falan demeyin sakın keza ne demiş Romanlar 'evde oturan erken ölür' a dostlar.
Gelelim konu başlığımıza; Eskişehir, Ankara'da okumama rağmen bir türlü gidemediğim nedense rotama alamadığım bir yerdi. Bir gün bir çift dost çıkageldi 23 Nisan'da beraber yola koyulsak ya dedi. Bizim de canımıza minnetti zaten yola çıktık gitti.
YOLCULUK HAKKINDA
Avcılar'dan Cuma öğleden sonra düştük yola maalesef İstanbul'dan çıkmamız 4 saat sürdüğünden toplamda 357 km olan yolu 8 saatte aldık. Neyseki sohbet muhabbet güzeldi de çok fark ettirmedi :) Son yıllarda hızlı tren seçeneğini değerlendiren çokça kişi var ise de yanımızda bir yaşında bir bebek bir de içi içine sığmayan bir köpek olduğu için maliyetten de kısmak adına iki çift, iki bebek bir araba çıktık yola. Mola yerimizi Pamukova'dan yana kullandık. Yerli bir kasap olan Gülsoy zamanla tanınmış ve sevilmiş sonrasında da Gülsoy Et Lokantasını açıvermiş. Küçücük bir beldenin koca mekanı anne köftesi yapıyor adeta. Yemekler hem lezzetli hem güven veriyor hem de fiyatlar fazlası ile makul. Bir de uzaklardan geldiğimizi duyan işletmecilerin yardımsever aynı zamanda ilgili tavırları bizden 10 üzerinden 10 alıyor. Mekanın sosyal medya yorumları için tık tık.
KONAKLAMA
Yine elim Air Bnb'ye gitmedi değil bir kaç yer bulup dayanamayıp birine mesaj da attım aslında. Ama profilim de ve yorumlarımda köpek gördükleri ve maalesef teklif bile etmeyin dedikleri an onlara yine yeniden nolur nolur moduna girmek istemedim. Ben de booking üzerinden kampanyaları takip ettim ve bir akşam İbis Otel'in oldukça makul olan ( 2 kişi 2 gece kahvaltı hariç 268 TL) ücreti karşısında dayanamayıp rezervasyon yapıverdim. Elbette filtrelerde evcil hayvan kabul etmesinin etkisi ile böyle hızlı bir karar alabildik. Otel hem bir bebeğin konaklaması için uygun olması, hem de bir evcil hayvan kabul etmesi, rezervasyon öncesi arama yaptığımda telefondaki ilgi ve alakası, gittiğimiz zaman resepsiyondaki görevlinin bizi karşılaması ve temizliği ile bu fiyat için gerçekten çok ama çok iyiydi. Bizden çok arkadaşlarımız beğendi, bu duruma ekstra sevindik elbette çünkü bebeklerin konaklaması için hijyen fazlası ile önemliydi ve gitmeden çekincelerimiz olmadı değil. Otelin tek olumsuz yanı şehir merkezinde olması dolayısıyla gece çok gürültülü olmasıydı ama öyle çok yorulduk ki en fazla 10 dakika bu durumdan rahatsız olduk sonrasında ise sabaha kadar başka bir ses duyamadık :) Elbette bu durum kendi için de bir de olumlu bir yön barındırıyor o da her yerin aşırı yakın olması. Evet biz de araba vardı ancak yine de her yere çok yakın olmak, yürüyerek sokakları gezmek çok daha keyifliydi. Kahvaltıyı otelde yapmayı tercih etmedik, İyi ki de öyle yapmışız. Otelde kişi başı 22 TL idi, biz de aynı fiyata Eskişehir'de sekiz kişi doyulabileceğine tanıklık edince kendimizi dışarı attık.
ESKİŞEHİR HAKKINDA
Benim 'hakkında' kısmım öyle uzun uzun tarih ya da yüz ölçümü, nüfus bilgisi barındırmıyor içinde. Bu bilgileri zaten google'e yazar yazmaz bulabiliyoruz malum. Bu nedenle şehir ya da mekanların hakkında kısmında naçizane dışarıdan bakan bir göz olarak bir bakışta ne gördüğümün özetidir aslında.
Gelelim Eskişehir'e : en klişe hali ile öğrenci şehri :) Bunun yanı sıra çoğu Avrupa şehrinden bir şeyler kapmış evet, parkı, bahçesi, mekanları, hemen hemen her yerin yürüme mesafesinde olması, nüfusun şehrin namının artış hızı ile beraber hızla artması ve genellikle genç olması nedeniyle de canlı bir şehir. Yeni ve daha lüks mekanlar açılıyor gibi, artık öğrenci şehri olmasının bir tık üstüne çıkmak ister gibi bir hali de yok değil. Gecesi çok renkli ve gürültülü, pek tabii İstanbul'a nazaran hem çok ucuz hem de çok daha güvenli. Gündüzü ise aylaklık yapılabilecek yerler içeriyor Porsuk çayı kenarı gibi ( adalar diyorlar malum), içinde olimpik havuzu olan Kent Park gibi ya da aşırı büyük alana yayılmış olan Sazova gibi. Sonra bir de herkesin söylediği gibi ucuz olan müzeleri. Yaşanacak şehir mi bilemem, dışarıdan bir göz olarak kolay gibi, tramvay her yere gidiyor, merkezi hareket barındırıyor ama neticede gidilecek yerler çok fazla da değil dolayısıyla konu yerleşme olunca iş ortama bakıyor. Yani kimi kimsesi olmayana sanki biraz 'Eee sonra' tadı verebilir tez zamanda. Ancak elbette bu da göreceli bir kavram. Emin olduğum bir konu var ki o da bu şehre mutlaka gidilmeli, yemeklerinden tadılmalı, bir kaç gün ayrılmalı.
PARK BAHÇELERİ
Genellikle gittiğimiz yerlerde çayır çimenleri araştırdığımız için malum hemen hemen yer rotada bu başlığı yazacağım sanırım üzgünüm :) Eskişehir denilince son yıllarda akla en çok gelen yerlerden birisi malumunuz Sazova. Devasa bir yeşil alan, devasa bir giriş, devasa kapılar yapılar derken yine Türkiye gerçeği ve saçmalıkları elbette şaşırtmıyor. Koca bir gölet yapmışlar kurumuş, koca bir park yapmışlar evcil hayvan yasak, sonra Avrupa'da bu alanlar insanlar medeni bir şekilde bisiklet sürsün, ne bileyim güneşlensin, bir iki şey içsin dinlensin diye yapılır di mi? Biz de daha girer girmez bir curcuna ki sormayın sadece yemek üstüne standlar. Patates kızartması, dondurma, patates kızartması, dondurma, patates, dondurma ve türevleri. Yerler pis, çocuklar leş, herkes bir tıkınma modunda ki sorma gitsin. Az biraz ilerleyince koca bir şato var malum. İçine girilmiyor, önünde arkasında, sağında, solunda fotoğraf çekiyorsun. Sonra mı? Eee bu kadar işte daha ne olsun? Biraz daha ilerliyorsunuz bu kez devasa bir gemi. Ne mi yapıyorsunuz tabii ki içine girip fotoğraf çekiyorsunuz. Sonra mı? Eee bu kadar işte :) Yani diyeceğim o ki bu güzel park içinin yapılanması her şey boş, bom boş. Kadınların çığlıkları ile pusetimizdeki çocuk uyandı. 'Ahhhhmeeettt yeme onu, Ahhhhhmmeeettt koşma' diye diye beynimizi yedi biri. Şahsen ben etkilendim ama sadece kapısını gördüğümde. Bir de müzesi var, sanırım elle tutulur tek güzel ve faydalı yeri. Ama biz yine köpekli ve bebekli olduğumuzdan ve müze de biraz 5-8 yaş arasına hitap ettiğinden giremedik. Bu yaş aralığında çocuğunuz var ise girin derim, çünkü çocuklar pek mutlu, aileler ise bir o kadar etkilenmiş görünüyordu.
Gelelim Kentpark'a. Kendisini de gitmeden önce merak etmiştim doğrusu. Şehrin göbeğinde mis gibi park üstüne üstlük içinde olimpik bir havuz, güneşlenme alanı. Şehrin en meşhur yiyeceklerinden biri olan çiböreği ile nam salan Kırım çibörekçisi. Kapıda koca bir engel ; köpek yasak, bisiklet yasak. Eee içeride herkes çekirdek çitliyor onlar normal, istenilesi, aranılası !!! Kafese koyduk bizim kızı, söyledik güvenliğe kem küm yaptı kafeste bile!!! Girdik bir şekilde işte. Güzel mi evet, şahsen bir insanın yaşam alanında böyle bir parkın var olması muhteşem. Ama ben parkı neyleyim köpeğimle giremeyeceksem, bisiklet süremeyeceksem. Yine yemekten bol bir şey yok etrafta. Bir hediyelik eşya dükkanı. 6-7 metre kare alana yeryüzünün en asık suratlı iki insanı oturtulmuş ne sorsak kafasını duvara tavana falan çeviriyor. Sattıkları da zaten şehrin her yerinde bulunası en basit hediyelik eşyalar. Kısacası bir muhteşem yaşam alanında daha saçmalıklar keyfimizi kaçırmadı değil. Kırım Çiböreğe de gittik tabii eksik kalmadık. Tur otobüslerinin uğrak yeri, tuvaletlerinin kokusundan bir hal oluyorsunuz zaten orası ayrı. Sorbe çorbası ile burada tanıştım. Kuzu etinin suyuna yapılıyormuş bayıldım kendisine, aşık oldum lezzetine ah bir de bir kepçe porsiyonu olmasaydı. Bildiğin o bir kepçe de yeryüzünün en küçük kepçesi. Çibörek hakkında yorum dahi yapamayacağım. Tadına bile bakmadım, yağın içine sokup çıkarılmış kıymasını görmem yetti. Bizimkiler yedi, onlar da sevmedi. Bilemedim bunca abartılacak neyi vardı ama gördük bildik işte:p
Adalar yani Porsuk Çayı'nı da bu kategori de yazmak uygun olacaktır sanırım. Her ne kadar yeşil alanını göremesem de park bahçe kıvamında benim nezdimde çünkü şehrin köpekle gezilip sosyalleşilebilecek tek açık alanı. Biraz fazla ve hatta çok kalabalık ama atmosferi gerçekten çok güzel. Eminim hafta içi çok daha rahat ve eğlenceli oluyordur ama malum biz gitmek için 23 Nisan'ı seçtiğimizden bu konuda şansın yüzümüze gülmeyeceği açıktı. Her yer kalabalık, akın akın insan iken Porsuk Çayı da bu durumdan nasibini en fazla alan yerlerdendi. Minik teknelerde, Venedik usülü kayıklarda ve değişik salımsı kayığımsı alet edevatlarda insan taşınması uzaktan uzağa izlerken fena sayılmayan bir eylem gibiydi. Biz deneyemedik çünkü bitmek bilmeyen sırası 'kalsın' dememiz için yeterli sebepti. Etrafındaki kafeler ve kitapçılar gerçekten güzel döşenmiş ve hoş mekanlar olarak kaldı hafızamda. Canlı ve hatta ahengi bol bu yer biramı kaparım çimenlere dalarım edasındaydı. Biz de turladık da turladık etrafını. Bir kaç kitap aldık, bir kaç köpek severle sohbet ettik.
Bir de Şelale Park var ki park etmeden kaçıverdik. Çünkü mangalcıların akınına uğramış Şelale Park ve çevresi fena dumanlı idi. Yani inip yürümeye bile yeltenmedik maalesef.
GEZİLECEK YERLER
Eskişehir iki gece üç günlük bir seyahate sığdıracak bir çok neden barındırıyor içinde. Bakmayın siz benim müşkülpesentliğime, eleştirecek bir şeyler bulma konusunda üstüme olmadığından her konuda yazarım üç beş olumsuzluğu. Çünkü açıkçası ben de bilmek isterim bir yere gitmeden önce olabilecek zor durumları ki beklentilerimi ona göre belirleyeyim. Yanımızda puset olmasaydı ne olacaktı mesela o parkların hiçbirine giremeyecektik ama daha önce okuduğum blog ya da yazılar böyle detaylar barındırsa idi içinde ben de kızımla gezilecek rotaya koymazdım bu şehiri. Eveeett günah çıkarmamızın ardından gelelim bu güzel ilimizin gezilecek görülecek yerlerine; ilk sırayı Odunpazarı Evleri alıyor, sonrasında Kurşunlu Camii ve Külliyesi, Atlıhan El Sanatları Çarşısı, Yılmaz Büyükerşen Balmumu Müzesi, Lületaşı Müzesi, Çağdaş Cam Sanatları Müzesi, İki Eylül Caddesi, Doktorlar Caddesi, Haller Gençlik Merkezi, Arkeoloji Müzesi, Devrim Otomobili.
Hepsine gidemedik maalesef ancak gittiklerimizi yine ince ince anlatacak olursam eğer; Odunpazarı Evleri'nden beklediğimi bulamadığımı söyleyebilirim. Mekanlar güzel, konaklar güzel, ahşap atölyeleri güzel ama içindeki insanlar yani esnaflar berbat ötesi. O güzelim tahta oyuncakları yapan insanların suratında bir meymenetsizlik, o konakların içindeki servis personellerinin yılmış halleri bizi bizden etti. Sonuçta bir seyahati ya da yaşanmışlığı güzel kılan her şeyden önce içindeki insanlardır bana göre; girdiğim bir bakkal ile sohbet edemeyeceksem ya da kahve içtiğimiz bir yerde güzel ağırlanmayacaksam kendimi sürekli emanet hissedeceksem ne anlamı kalıyor ki o anın. Biz kendimizi eğlendirdik mi evet, moralimizi her şeye rağmen tavanda tuttuk mu evet ama yine de bu belediyenin oturup kendine gelmesi için o esnafla çalışmalar yapması gerektiği kanaatindeyim:)
Atlıhan El Sanatları Çarşısı, Balmumu Müzesi, Lületaşı Müzesi, Çağdaş Cam Sanatları Müzesi, Kurşunlu Camii ve Külliyesi zaten birbirine çok yakın ve hepsi de Odunpazarı Evleri çevresine konuşlanmışlar. Dolayısıyla bu yer şehre gidildiğinde ziyaret edilmesi zaruri bir hal almış, elbette haşhaşlı ekmeği, met helvası, çiböreği de aynı çevreden satın alınabilecek bir çok yer olunca fazla şımarmış olabilirler ya da yorulmuşlardır bilemem tek bildiğim hiç hoş bir düzenin olmadığı.
Balmumu Müzesi'nin girişinin sadece 5 TL olması büyük şans elbette. Emek büyük orası kesin, bazı heykeller çok başarılı bazıları ise ciddili başarısız ancak yine de güzel girişim tebrik etmek lazım fikri. Gezmek için yarım saat yeterli zaten hafta sonu gitti iseniz kalabalık dolayısıyla daha fazla vakit ayırmak istemek sizi yoracak tonla sebep biriktirmeye yol açacaktır.
Çağdaş Cam Sanatları ve Lületaşı Müzesine giremedik, hem çok kalabalıktı hem köpek ve bebekle tüm hepsini peş peşe yapabilmek çok da mümkün değildi. Ancak çevresinde konuşlanmış atölyelerde pek çok güzel örneğe rastladık. Emeklerini takdir ettik.
İki Eylül ve Doktorlar Caddesi, Haller Gençlik Merkezi de bu şehre gelen herhangi biri tarafından zaten önünden arkasından sağından solundan ziyaret edilebilecek yerlerden çünkü hepsi merkezde. Güzel, temiz, nezih, hoş esnafların ve mekanların olduğu yerlerden. İnsan yürürken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyor gerçekten.
YEME-İÇME
Kahvaltı için ilk sabah Little Kitchen'ı tercih ettik. Evet gitmeden önce Havelka, Acıktım, Doyuran gibi noktaları çokça duyduk ama sosyal medyadan baktığımızda mideye hitabı çokça olsa da göze hitabını fazla beğenmediğimiz bu yerlere biz uğramadık. Little Kitchen güler yüzlü personeli, ılımlı yaklaşımları zengin ve kaliteli kahvaltı menüsü ile zaten gider gitmez çok doğru bir tercih dedirtti bizi. En az 2 saatimizi geçirdiğimiz bu yeri biz gerçekten çok sevdik. Eşim iş seyahatleri için Bursa'ya gittiğinde burgerları için zaten sıklıkla gittiğini ve mekanı bildiğini ama Bursa'daki benzinliği yanında yer alan mekana kıyasla dekoru fazlasıyla özenli bu markayı sonradan hatırladı :) Kısacası önce hizmet ve kalite ile kendine yer edinen bu marka demek ki sonraki şubelerinde görsele de önem vermiş, tüm ilgiyi de fazlası ile hak etmiş diye düşündük biz. İki kişi 40 TL gibi bir ücrete tıka basa doyacağınız bu yeri akşam yemeklerinde de tercih etmek mümkün, biz bayıldık :)
İkinci sabahımızda ise Passage dan yana kullandık oyumuzu. Kötü bir yer değildi kesinlikle ancak önceki sabah hem kalbimizi hem gönlümüzü fetheden Little Kitchen sonrası maalesef hayal kırıklığı oldu. Kendini küçük dağların yaratıcısı olarak gören şef garsonlarının iticiliği zaten bizim için bu mekanı sevmemek adına yeterli bir nedendi. O kadar ki bomboş mekanda hızlı yiyip kalkmamızı çünkü köpeğimizin olduğunu öğütledi ki zaten bizi alabileceği yegane yerin sigara içilebilecek alan olduğunu da eklemeden edemedi. Neyse dedik farklılık olsun bu ukala herif moralimizi bozmasın. Servis yavaş yavaş başlarken eşimin filtre kahvesi sunum yapılan tahtanın hatları dolayısıyla döküldü, özensiz bir şekilde masayı silen garson yenisini getirmeyi asla önermedi, ısrarla yere kahve aktığını söyleyip yeniden sildirdik. Evet göz alıcı bir mekan yapmışlar özellikle Porsuk Çayı'na bakan bölümü her ne kadar oturmamıza izin verilmese ise de çok güzel görünüyordu. Fiyat olarak önceki güne benzer bir fiyat ödedik ama deneyim asla aynı tadı vermedi.
Akşam Yemeği olarak tek bir şansımız vardı onun için de yine bizi hem köpek hem de bebekle ağırlayabilecek bir yer bulana dek canımız çıktı. Aklım Sempre Ristorante Italiano da kalmadı değil ki gidip ricada da bulunduk kibarca red yedik. Belki de haklılardı çünkü cidden salaş bir mekan değildi. Özel gün kutlamalık, güzel bir akşam yemeği yenecek bir mekandı. Her durumda bir daha yolum düşerse kesinlikle uğranmalı diyeceğim bir yer olarak kaldı. Biz ise tercihimizi içeri adım atar atmaz güler yüzlü yaklaşımı, kalitesi ve fiyatlandırması ile eleştirilebilecek tek bir kusur asla bulamayacağımız Mr. Flank Steakhouse oldu. Bu yer gerçekten harikaydı. Servis görevlileri son derece profesyoneldi, etlerinin lezzetinden sual olunmazdı. İstanbuldaki steakhouse mekanlarının tek tek gidip ders alması gerektiğini düşündüğüm mekanın görseli, terasının büyüsü de bizden on üzerinden on aldı ve çok keyifli bir akşam olarak anılarımızda yerini aldı.
Öğlen atıştırmalığı, bir şeyler yeme içme olarak bunların dışında Kırım Çibörek, Sürmeli Konak, Eskişehir Mutfağı Çibörek Evi ve Kırk Ambar Saklı Bahçe'ye oturduk.
Kentpark'ı anlatırken Kırım Çİbörek deneyimimizden bahsetmiştim. Diğer üçü yine maalesef hayal kırıklığı idi. Hadi Sürmeli Konak ve Kırk Ambar Saklı Bahçe Odunpazarının göbeğinde ve yoğunluk dolayısıyla misafir ağırlayabilecek kapasiteye haiz olmadığından kendi halinde küçük yerler olduğundan beklentisiz gidilebilecek yerlerden ama Eskişehir Mutfağı Çibörek Evi gerek sosyal medyada iyi anıldığından gerekse şehirde diğer yerlilerin dilinde bir yer olduğundan bu kadar vasat olabileceğini düşünmemiştik.
Sürmeli Konak ve Kırk Ambar Saklı Bahçe zaten sinirlerinizin bozulmaması için asla adım atmamanız gereken yerlerden ki bence Odunpazarı Evleri'nde neredeyse tüm mekanlar aynı kötü özellikleri içinde barındırıyor. Eskişehir Mutfağı Çibörek Evi'ne ise daha çok balaban köfteyi deneme amacı ile gitmiştik cidden değil balaban olması etten ve dahi kıymadan nefret ettik. Herşeyden önce son derece kaba insanların olduğu bu mekan bildiğiniz pis bir lokanta. Siz siz olun bu üç işletmenin kapısından dahi geçmeyin diyebilirim.
Akşamları dışarı çıkmak isteyenler için Varuna Gezgin, Barlar Sokağı'nda La Cuisine Boutique Restaurant, Drunken Duck,Mezze Balık ve türkü seveler için Sera Cafe& Bar önerilebilir yerler. Biz yine malum sebeplerle gidemesek de girdik gördük beğendik bu yerleri:)
HEDİYELİK EŞYA
İki Eylül ve Doktorlar Caddesi'nde minik minik hediyelik eşya yerleri yok değil ama biz en çok Hanımeli Sokak'ta yer alan el emeği göz nuru ürünlerin satıldığı küçücük pazarı sevdik. Bak bak doyamadık tezgahlara, satıcılarla sohbet muhabbet etmeden dönmedik. Ve buradan dünya tatlısı Arzu ve bebekleri ile tanıştık, Bilge'yi evlat edindik kendimize:) Haftanın bir günü de organik pazar kuruluyormuş sanırım o da pazar günleri idi. O çok tırt ama cumartesi akşamı uğranmalı bu minik sokağa kesinlikle, tek tek keşfetmeli sanatçılarını.
Yiyecek olarak ise yine Odunpazarı Evleri'nin çevresine konuşlanmış olan met helva satan, haşhaşlı çörek satan, kalabak suyu satan yerler tercih edilebilir.
Lületaşı hediyelikleri, ahşap oyuncaklar, cam sanatları için Odunpazarı tercih edilebilir ki ben sadece ahşap oyuncak atölyelerini beğendim diyebilirim.
Başka bir seyahat plan ve paylaşımında bulunana dek sağlıkla kalın.
PARK BAHÇELERİ
Genellikle gittiğimiz yerlerde çayır çimenleri araştırdığımız için malum hemen hemen yer rotada bu başlığı yazacağım sanırım üzgünüm :) Eskişehir denilince son yıllarda akla en çok gelen yerlerden birisi malumunuz Sazova. Devasa bir yeşil alan, devasa bir giriş, devasa kapılar yapılar derken yine Türkiye gerçeği ve saçmalıkları elbette şaşırtmıyor. Koca bir gölet yapmışlar kurumuş, koca bir park yapmışlar evcil hayvan yasak, sonra Avrupa'da bu alanlar insanlar medeni bir şekilde bisiklet sürsün, ne bileyim güneşlensin, bir iki şey içsin dinlensin diye yapılır di mi? Biz de daha girer girmez bir curcuna ki sormayın sadece yemek üstüne standlar. Patates kızartması, dondurma, patates kızartması, dondurma, patates, dondurma ve türevleri. Yerler pis, çocuklar leş, herkes bir tıkınma modunda ki sorma gitsin. Az biraz ilerleyince koca bir şato var malum. İçine girilmiyor, önünde arkasında, sağında, solunda fotoğraf çekiyorsun. Sonra mı? Eee bu kadar işte daha ne olsun? Biraz daha ilerliyorsunuz bu kez devasa bir gemi. Ne mi yapıyorsunuz tabii ki içine girip fotoğraf çekiyorsunuz. Sonra mı? Eee bu kadar işte :) Yani diyeceğim o ki bu güzel park içinin yapılanması her şey boş, bom boş. Kadınların çığlıkları ile pusetimizdeki çocuk uyandı. 'Ahhhhmeeettt yeme onu, Ahhhhhmmeeettt koşma' diye diye beynimizi yedi biri. Şahsen ben etkilendim ama sadece kapısını gördüğümde. Bir de müzesi var, sanırım elle tutulur tek güzel ve faydalı yeri. Ama biz yine köpekli ve bebekli olduğumuzdan ve müze de biraz 5-8 yaş arasına hitap ettiğinden giremedik. Bu yaş aralığında çocuğunuz var ise girin derim, çünkü çocuklar pek mutlu, aileler ise bir o kadar etkilenmiş görünüyordu.
Gelelim Kentpark'a. Kendisini de gitmeden önce merak etmiştim doğrusu. Şehrin göbeğinde mis gibi park üstüne üstlük içinde olimpik bir havuz, güneşlenme alanı. Şehrin en meşhur yiyeceklerinden biri olan çiböreği ile nam salan Kırım çibörekçisi. Kapıda koca bir engel ; köpek yasak, bisiklet yasak. Eee içeride herkes çekirdek çitliyor onlar normal, istenilesi, aranılası !!! Kafese koyduk bizim kızı, söyledik güvenliğe kem küm yaptı kafeste bile!!! Girdik bir şekilde işte. Güzel mi evet, şahsen bir insanın yaşam alanında böyle bir parkın var olması muhteşem. Ama ben parkı neyleyim köpeğimle giremeyeceksem, bisiklet süremeyeceksem. Yine yemekten bol bir şey yok etrafta. Bir hediyelik eşya dükkanı. 6-7 metre kare alana yeryüzünün en asık suratlı iki insanı oturtulmuş ne sorsak kafasını duvara tavana falan çeviriyor. Sattıkları da zaten şehrin her yerinde bulunası en basit hediyelik eşyalar. Kısacası bir muhteşem yaşam alanında daha saçmalıklar keyfimizi kaçırmadı değil. Kırım Çiböreğe de gittik tabii eksik kalmadık. Tur otobüslerinin uğrak yeri, tuvaletlerinin kokusundan bir hal oluyorsunuz zaten orası ayrı. Sorbe çorbası ile burada tanıştım. Kuzu etinin suyuna yapılıyormuş bayıldım kendisine, aşık oldum lezzetine ah bir de bir kepçe porsiyonu olmasaydı. Bildiğin o bir kepçe de yeryüzünün en küçük kepçesi. Çibörek hakkında yorum dahi yapamayacağım. Tadına bile bakmadım, yağın içine sokup çıkarılmış kıymasını görmem yetti. Bizimkiler yedi, onlar da sevmedi. Bilemedim bunca abartılacak neyi vardı ama gördük bildik işte:p
Adalar yani Porsuk Çayı'nı da bu kategori de yazmak uygun olacaktır sanırım. Her ne kadar yeşil alanını göremesem de park bahçe kıvamında benim nezdimde çünkü şehrin köpekle gezilip sosyalleşilebilecek tek açık alanı. Biraz fazla ve hatta çok kalabalık ama atmosferi gerçekten çok güzel. Eminim hafta içi çok daha rahat ve eğlenceli oluyordur ama malum biz gitmek için 23 Nisan'ı seçtiğimizden bu konuda şansın yüzümüze gülmeyeceği açıktı. Her yer kalabalık, akın akın insan iken Porsuk Çayı da bu durumdan nasibini en fazla alan yerlerdendi. Minik teknelerde, Venedik usülü kayıklarda ve değişik salımsı kayığımsı alet edevatlarda insan taşınması uzaktan uzağa izlerken fena sayılmayan bir eylem gibiydi. Biz deneyemedik çünkü bitmek bilmeyen sırası 'kalsın' dememiz için yeterli sebepti. Etrafındaki kafeler ve kitapçılar gerçekten güzel döşenmiş ve hoş mekanlar olarak kaldı hafızamda. Canlı ve hatta ahengi bol bu yer biramı kaparım çimenlere dalarım edasındaydı. Biz de turladık da turladık etrafını. Bir kaç kitap aldık, bir kaç köpek severle sohbet ettik.
Bir de Şelale Park var ki park etmeden kaçıverdik. Çünkü mangalcıların akınına uğramış Şelale Park ve çevresi fena dumanlı idi. Yani inip yürümeye bile yeltenmedik maalesef.
GEZİLECEK YERLER
Eskişehir iki gece üç günlük bir seyahate sığdıracak bir çok neden barındırıyor içinde. Bakmayın siz benim müşkülpesentliğime, eleştirecek bir şeyler bulma konusunda üstüme olmadığından her konuda yazarım üç beş olumsuzluğu. Çünkü açıkçası ben de bilmek isterim bir yere gitmeden önce olabilecek zor durumları ki beklentilerimi ona göre belirleyeyim. Yanımızda puset olmasaydı ne olacaktı mesela o parkların hiçbirine giremeyecektik ama daha önce okuduğum blog ya da yazılar böyle detaylar barındırsa idi içinde ben de kızımla gezilecek rotaya koymazdım bu şehiri. Eveeett günah çıkarmamızın ardından gelelim bu güzel ilimizin gezilecek görülecek yerlerine; ilk sırayı Odunpazarı Evleri alıyor, sonrasında Kurşunlu Camii ve Külliyesi, Atlıhan El Sanatları Çarşısı, Yılmaz Büyükerşen Balmumu Müzesi, Lületaşı Müzesi, Çağdaş Cam Sanatları Müzesi, İki Eylül Caddesi, Doktorlar Caddesi, Haller Gençlik Merkezi, Arkeoloji Müzesi, Devrim Otomobili.
Hepsine gidemedik maalesef ancak gittiklerimizi yine ince ince anlatacak olursam eğer; Odunpazarı Evleri'nden beklediğimi bulamadığımı söyleyebilirim. Mekanlar güzel, konaklar güzel, ahşap atölyeleri güzel ama içindeki insanlar yani esnaflar berbat ötesi. O güzelim tahta oyuncakları yapan insanların suratında bir meymenetsizlik, o konakların içindeki servis personellerinin yılmış halleri bizi bizden etti. Sonuçta bir seyahati ya da yaşanmışlığı güzel kılan her şeyden önce içindeki insanlardır bana göre; girdiğim bir bakkal ile sohbet edemeyeceksem ya da kahve içtiğimiz bir yerde güzel ağırlanmayacaksam kendimi sürekli emanet hissedeceksem ne anlamı kalıyor ki o anın. Biz kendimizi eğlendirdik mi evet, moralimizi her şeye rağmen tavanda tuttuk mu evet ama yine de bu belediyenin oturup kendine gelmesi için o esnafla çalışmalar yapması gerektiği kanaatindeyim:)
Atlıhan El Sanatları Çarşısı, Balmumu Müzesi, Lületaşı Müzesi, Çağdaş Cam Sanatları Müzesi, Kurşunlu Camii ve Külliyesi zaten birbirine çok yakın ve hepsi de Odunpazarı Evleri çevresine konuşlanmışlar. Dolayısıyla bu yer şehre gidildiğinde ziyaret edilmesi zaruri bir hal almış, elbette haşhaşlı ekmeği, met helvası, çiböreği de aynı çevreden satın alınabilecek bir çok yer olunca fazla şımarmış olabilirler ya da yorulmuşlardır bilemem tek bildiğim hiç hoş bir düzenin olmadığı.
Balmumu Müzesi'nin girişinin sadece 5 TL olması büyük şans elbette. Emek büyük orası kesin, bazı heykeller çok başarılı bazıları ise ciddili başarısız ancak yine de güzel girişim tebrik etmek lazım fikri. Gezmek için yarım saat yeterli zaten hafta sonu gitti iseniz kalabalık dolayısıyla daha fazla vakit ayırmak istemek sizi yoracak tonla sebep biriktirmeye yol açacaktır.
Çağdaş Cam Sanatları ve Lületaşı Müzesine giremedik, hem çok kalabalıktı hem köpek ve bebekle tüm hepsini peş peşe yapabilmek çok da mümkün değildi. Ancak çevresinde konuşlanmış atölyelerde pek çok güzel örneğe rastladık. Emeklerini takdir ettik.
İki Eylül ve Doktorlar Caddesi, Haller Gençlik Merkezi de bu şehre gelen herhangi biri tarafından zaten önünden arkasından sağından solundan ziyaret edilebilecek yerlerden çünkü hepsi merkezde. Güzel, temiz, nezih, hoş esnafların ve mekanların olduğu yerlerden. İnsan yürürken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyor gerçekten.
YEME-İÇME
Kahvaltı için ilk sabah Little Kitchen'ı tercih ettik. Evet gitmeden önce Havelka, Acıktım, Doyuran gibi noktaları çokça duyduk ama sosyal medyadan baktığımızda mideye hitabı çokça olsa da göze hitabını fazla beğenmediğimiz bu yerlere biz uğramadık. Little Kitchen güler yüzlü personeli, ılımlı yaklaşımları zengin ve kaliteli kahvaltı menüsü ile zaten gider gitmez çok doğru bir tercih dedirtti bizi. En az 2 saatimizi geçirdiğimiz bu yeri biz gerçekten çok sevdik. Eşim iş seyahatleri için Bursa'ya gittiğinde burgerları için zaten sıklıkla gittiğini ve mekanı bildiğini ama Bursa'daki benzinliği yanında yer alan mekana kıyasla dekoru fazlasıyla özenli bu markayı sonradan hatırladı :) Kısacası önce hizmet ve kalite ile kendine yer edinen bu marka demek ki sonraki şubelerinde görsele de önem vermiş, tüm ilgiyi de fazlası ile hak etmiş diye düşündük biz. İki kişi 40 TL gibi bir ücrete tıka basa doyacağınız bu yeri akşam yemeklerinde de tercih etmek mümkün, biz bayıldık :)
İkinci sabahımızda ise Passage dan yana kullandık oyumuzu. Kötü bir yer değildi kesinlikle ancak önceki sabah hem kalbimizi hem gönlümüzü fetheden Little Kitchen sonrası maalesef hayal kırıklığı oldu. Kendini küçük dağların yaratıcısı olarak gören şef garsonlarının iticiliği zaten bizim için bu mekanı sevmemek adına yeterli bir nedendi. O kadar ki bomboş mekanda hızlı yiyip kalkmamızı çünkü köpeğimizin olduğunu öğütledi ki zaten bizi alabileceği yegane yerin sigara içilebilecek alan olduğunu da eklemeden edemedi. Neyse dedik farklılık olsun bu ukala herif moralimizi bozmasın. Servis yavaş yavaş başlarken eşimin filtre kahvesi sunum yapılan tahtanın hatları dolayısıyla döküldü, özensiz bir şekilde masayı silen garson yenisini getirmeyi asla önermedi, ısrarla yere kahve aktığını söyleyip yeniden sildirdik. Evet göz alıcı bir mekan yapmışlar özellikle Porsuk Çayı'na bakan bölümü her ne kadar oturmamıza izin verilmese ise de çok güzel görünüyordu. Fiyat olarak önceki güne benzer bir fiyat ödedik ama deneyim asla aynı tadı vermedi.
Akşam Yemeği olarak tek bir şansımız vardı onun için de yine bizi hem köpek hem de bebekle ağırlayabilecek bir yer bulana dek canımız çıktı. Aklım Sempre Ristorante Italiano da kalmadı değil ki gidip ricada da bulunduk kibarca red yedik. Belki de haklılardı çünkü cidden salaş bir mekan değildi. Özel gün kutlamalık, güzel bir akşam yemeği yenecek bir mekandı. Her durumda bir daha yolum düşerse kesinlikle uğranmalı diyeceğim bir yer olarak kaldı. Biz ise tercihimizi içeri adım atar atmaz güler yüzlü yaklaşımı, kalitesi ve fiyatlandırması ile eleştirilebilecek tek bir kusur asla bulamayacağımız Mr. Flank Steakhouse oldu. Bu yer gerçekten harikaydı. Servis görevlileri son derece profesyoneldi, etlerinin lezzetinden sual olunmazdı. İstanbuldaki steakhouse mekanlarının tek tek gidip ders alması gerektiğini düşündüğüm mekanın görseli, terasının büyüsü de bizden on üzerinden on aldı ve çok keyifli bir akşam olarak anılarımızda yerini aldı.
Öğlen atıştırmalığı, bir şeyler yeme içme olarak bunların dışında Kırım Çibörek, Sürmeli Konak, Eskişehir Mutfağı Çibörek Evi ve Kırk Ambar Saklı Bahçe'ye oturduk.
Kentpark'ı anlatırken Kırım Çİbörek deneyimimizden bahsetmiştim. Diğer üçü yine maalesef hayal kırıklığı idi. Hadi Sürmeli Konak ve Kırk Ambar Saklı Bahçe Odunpazarının göbeğinde ve yoğunluk dolayısıyla misafir ağırlayabilecek kapasiteye haiz olmadığından kendi halinde küçük yerler olduğundan beklentisiz gidilebilecek yerlerden ama Eskişehir Mutfağı Çibörek Evi gerek sosyal medyada iyi anıldığından gerekse şehirde diğer yerlilerin dilinde bir yer olduğundan bu kadar vasat olabileceğini düşünmemiştik.
Sürmeli Konak ve Kırk Ambar Saklı Bahçe zaten sinirlerinizin bozulmaması için asla adım atmamanız gereken yerlerden ki bence Odunpazarı Evleri'nde neredeyse tüm mekanlar aynı kötü özellikleri içinde barındırıyor. Eskişehir Mutfağı Çibörek Evi'ne ise daha çok balaban köfteyi deneme amacı ile gitmiştik cidden değil balaban olması etten ve dahi kıymadan nefret ettik. Herşeyden önce son derece kaba insanların olduğu bu mekan bildiğiniz pis bir lokanta. Siz siz olun bu üç işletmenin kapısından dahi geçmeyin diyebilirim.
Akşamları dışarı çıkmak isteyenler için Varuna Gezgin, Barlar Sokağı'nda La Cuisine Boutique Restaurant, Drunken Duck,Mezze Balık ve türkü seveler için Sera Cafe& Bar önerilebilir yerler. Biz yine malum sebeplerle gidemesek de girdik gördük beğendik bu yerleri:)
HEDİYELİK EŞYA
İki Eylül ve Doktorlar Caddesi'nde minik minik hediyelik eşya yerleri yok değil ama biz en çok Hanımeli Sokak'ta yer alan el emeği göz nuru ürünlerin satıldığı küçücük pazarı sevdik. Bak bak doyamadık tezgahlara, satıcılarla sohbet muhabbet etmeden dönmedik. Ve buradan dünya tatlısı Arzu ve bebekleri ile tanıştık, Bilge'yi evlat edindik kendimize:) Haftanın bir günü de organik pazar kuruluyormuş sanırım o da pazar günleri idi. O çok tırt ama cumartesi akşamı uğranmalı bu minik sokağa kesinlikle, tek tek keşfetmeli sanatçılarını.
Yiyecek olarak ise yine Odunpazarı Evleri'nin çevresine konuşlanmış olan met helva satan, haşhaşlı çörek satan, kalabak suyu satan yerler tercih edilebilir.
Lületaşı hediyelikleri, ahşap oyuncaklar, cam sanatları için Odunpazarı tercih edilebilir ki ben sadece ahşap oyuncak atölyelerini beğendim diyebilirim.
Başka bir seyahat plan ve paylaşımında bulunana dek sağlıkla kalın.